Gün doğarken her sabah
Bir kız geçer kapımdan
Köşeyi dönüp kaybolur
Başı önde yorgunca …
Karlar erimiş bahar dallarının kırmızı gölgeleri düşmüştü Şubat'ın sokaklarına , lodosla gelen güvercinlerin kanat sesleri çatılardan akan sulara karışıyordu: Pıt pıt pıt pıırrrrrrr!!!
Ben o kızı ilk kez o sabah gördüm.
Okulda teneffüslerde simit yememiş, çıkışta soluğu karşıki büfede almıştım. Büfeci teyze müşteri gelmeyince değil aksine gelince sinirlenen, satmak için değil satmamak için uğraşan, banka veznesi gibi küçücük bir camdan uzanan küçük ellerdeki parayı hoyratça çekip alan , hiç gülmeyen, mutsuz, huysuz bir kadındı. Masallardaki cadılara benzetirdim onu.
Sucuklu tostumu almış, içine incecik zar gibi doğranmış bir iki dilim sucuk konmuş ve kocaman bir makinada iyice ezilmiş tost ekmeğini hemen bitmesin diye küçük küçük ısırıklarla yerken gördüm onu.
Ben tostumu yerken o da büfenin saçağına sığınmıştı. Sırtında eskimiş , kolları kısa, iri düğmelerinin bir kaçı düşmüş, gri bir manto vardı. Eşarbı bir genç kıza yakışmayacak renk ve desende, kaymış ensesine doğru. Kızıl kahkülleri ne de güzel…Üşümüş belli.
Hiç ummadığım bir şey olmuş ve bizim suratsız büfeci teyze hemen ona bir bardak çay vermiş halini hatrını sormuştu. Vay be büfeci teyzede de kalp varmış demek!
Büfenin saçağı altında, onun beklediği otobüs gelene dek büfeci teyzeye anlattıklarını dinlemiştim. Böylece de öğrenmiştim uzakta bir yerlerde bir tütün fabrikasında çalıştığını. Yaşlı bir anacığı varmış yatalak , en çok mısır çorbası severmiş anacığı bir de haşlama..Ama et alacak para nerdeee…Kirayı bile ödeyemezken…
-Nerdeeee yavrum nerdeee? dedi büfeci teyze…Eti kim görsün? Bak bana sabahtan akşama kadar bu kümes gibi yerde tost basıcam , gazoz satıcam da ..heyy yavrum heyyy!
İnce, uzun boylu bu narin kız, tam da şarkıdaki gibi fabrikada tütün saran, sararken de bütün insanlar gibi içercesine hayal kuran bir fabrika kızıydı.. Fotoromanlardaki, beyaz dizilerdeki kızlar kadar güzel bu kız birden girivermişti hayatıma aniden ezberlediğimiz şarkılar gibi.
Hayatına dair ayrıntıları ben tamamlayıverdim çocuk hayal gücümle…
Maltepe'de dik bir yokuşun en sonundaki çıkmaz sokaktaki iki katlı evin arka bahçesindeki tek göz bir eve yerleştirdim annesiyle fabrika kızını. O tek göz odaya bir divan bir de ördek soba koyuverdim. Yatalak anneyi divana yatırıp bir yorgan örttüm üstüne.
Cama Vita tenekesi içine paşakılıcı, yere bir sepet içine renkli yünler, orlonlar şişler, sobanın üstünde güğüm, çaydanlık ( mavi desenleri pastan görünmüyor) , boş kömür kovasının yanında kıvrılmış bir sarman kedi, nişde gaz lambası, eski bir teyp, kasetler, fotoromanlar. Yere bir kilim serdik mi tamamdır.
80'lerde hastaneye ziyarete gidenler hastanın başında mutlaka bir fotoğraf çektir, resim de yıllarca ya prize ilişmiş ya da camlı büfede bir kesme bardağa yaslı dururdu. Badem bıyıklı bir amcanın bir hastane odasında çekilmiş fotoğrafını astım duvardaki çiviye. Babasıdır ölmüştür diye geçirdim içimden, yoksa camda oturup kanaviçe işlemek ve hayaller kurmak varken çalışır mıydı fabrika kızı?
Fabrikada tütün sarar
Sanki kendi içer gibi
Sararken de hayal kurar
Bütün insanlar gibi
*****
Fabrika kızı anlatırken dertlerini büfeci teyzeye bir delikanlı geldi durağa..
-İyileştin mi? diye sordu kız , 'daha iyiceyim' dedi delikanlı öksürürken dereye doğru eğilerek.
Kız , elindeki pazar çantasından yün bir atkı çıkardı çabucak sarıverdi gencin boynuna.
-Eline sağlık , güzel olmuş. dedi çocuk mahcup mahçup.
Al al oldu fabrika kızının kızının yanakları , utandı, ben sucuklu tostumun son lokmasını da yutmuş onları seyrediyordum. İkisi de bana bakıp gülümsediler. Bilirsiniz sevdalılar bir çocuk görünce birbirlerine bakıp gözleriyle paylaşırlar hayallerini . Onlar da öyle yaptı. Birden fabrika kızı ve sevdiği gencin hayallerine girivermiştim. Artık derin bir sevdanın ağır yükünü hissediyordum çocuk omuzlarımda.
Ertesi gün daha ertesi günlerde de bu buluşmalar devam etti .Her gün sucuklu tost alamasam da bir bahaneyle büfeye gidiyor ya babamı bekleme ya uhu alma bahanesiyle onları görene dek dikiliyordum. Hep aynı saatte buluşuyorlar havanın durumuna göre delikanlı çay ya da gazoz ısmarlıyordu fabrika kızına. En çok da Neşe gazozu.
Bir sabah… Delikanlı gelmedi . Öbür sabah da gelmedi . Eğer büfeci teyze sormasaydı ben de öğrenemeyecektim ne olduğunu. - Çıktı dedi kız , Kadir fabrikadan çıktı . (Demek adı Kadirmiş!) Artık fabrikada işçi olmaktan bıkmış , kimsenin ağız kokusunu çekemezmiş..miş miş miş. .
Çok kederliydi fabrika kızı…
Oysa çok şey mi istemişti? Bir evi olsun istemişti bir de içmeyen kocası… Allah ne verdiyse şükredecek geçinip gideceklerdi. Ama olmamıştı işte. .
Hem ağlıyor hem hayallerinden bahsediyordu. O ağladıkça Maltepe'de tek göz bir evde bir yaşlı anne ağlıyor, çaydanlık fokurduyor, soba homurdanıyor, paşa kılıcı sararıyor , tavandan daha çok su akıyordu leğene…Tıp tıp tıp…
Bir evi olsun ister
Bir de içmeyen kocası
Tanrı ne verirse geçinir gider
Yeter ki mutlu olsun yuvası
Benim de çocuk yüreğim sıkılmıştı ama ayrılamıyordum oradan. - İzmit' e işe girmiş dedi ertesi gün. Her sabah işçi treniyle gider gece postasıyla dönermiş. Hiç görmemişler birbirlerini aylardır…
-Yetti be abla dedi o akşam. İntihar edicem kendimi …Abuk subuk konuşma dedi büfeci teyze, - hee öldürcen de nolcek, geri mi gelcek seninki..Yazık gençliğine. Hem sen demedin mi dul ustabaşının gözü bende, he desem…He deyiver işte. Ne güzel gül gibi yuvan olsun kurtulsun yatalak anan… Daha kaç yıl komşulardan odun dilenicen a kızım?
Dinlemiyordu ki…Sadece ağlıyordu…Raylara dikmiş gözünü söyleniyordu. Hiç sevmiyorum bu trenleri dedi son vagonun arkasından . Tren sevilmez mi? Diyecektim. Sustum. Bu hikayede bana düşen sadece tanıklık yapmaktı. Yağmur da başlamıştı.
Dışarda bir yağmur başlar
Yüreğinde derin sızı
Gözlerinden yaşlar akar
Ağlar fabrika kızı
***
Bir sabah…Geçidin orada bir kalabalık gördüm. Eyvahh diye dizlerine vuran teyzeler, çocukları alın, açılın diyen polisler, korkudan sapsarı olmuş geçit bekçisi..
Hee ben de gördüm dedi bir yolcu, atıverdi kendini ....
-Beyim bu meret de frene basınca durmaz ki ..keşke dursaydı dedi kondüktör, dişlerinde simit susamları…
Rayları taradı gözüm. Korkarak tanıdık bir şeyler aradım daha doğrusu tanıdık bir şeyler görmeyeyim diye dua ettim. Yaramaz oğlanlar tren gelmeden demir para koyardı raylara yoksa onlardan biri? Allah korusun .
-Kadınmış kadınmış dedi biri , he ben de gördüm ince uzun bir şeydi dedi öbürü. İstanbul treni Mithatpaşa'ya varmadan anca durmuş…Yolcular var raylarda öbek öbek.. 'Valla kendi kendini attı' diyordu makinist kekeleyerek . Görsem durmaz mıydım?
Az ötemde bir pazar çantası vardı, ilerde içinden fırlamış yarım ekmek ve iki haşlanmış patates… Ben bu çantayı tanıyorum, yoksa.. dememe kalmadı. …
Filizzzz! diyerek koşan bir delikanlı attı kendini raylara. Aaaa Kadir, Kadir abi!
Zor tuttular kucaklayıp. Biraz daha koşsa Filiz'in bir tutam kanlı saçını görecekti az ötede. İnsan sevdiğini kanından tanır mı ? Bilmiyorum o tanıdı işte.. Hem hıçkırarak ağlıyor hem de boynundaki yün kaşkola siliyordu göz yaşlarını. Filiz'in geceleri hayaller kurarak ördüğü kaşkol..
Zaptettiler genci daha öteye gidemedi . Kafasını raylara vurmak istiyor beni de öldürünnn! diye ağlıyordu. Ben ileri daha ileri baktım ve raylarda üzerine gazete örtülmüş bir gövde gördüm. Gazete Tan gazetesiydi , kuponlu. Bugün al yarın kazan yazıyordu kuponlarda. Bir de çıplak kadın resimleri …Günah günah diye söylenince teyzeler, o gazeteyi de örtmek için başka gazeteler getirdi bekçi amcalar..Tercüman, Cumhuriyet…
Donmuş kalmıştım. İçinde hasbelkader benim de olduğum bir hikaye böyle mi bitecekti? Artık olmayacak mıydı fabrika kızı? Gün batarken her akşam geçmeyecek miydi kapılardan, başı önde yorgunca…
***
Anacığı iki aya kalmadı öldü dediler… Delikanlı….Mecnun olmuş kendini trenlere vurmuş , o istasyon senin bu istasyon benim gezermiş dediler. Kah Hereke'de inermiş bir trenden kah Doğu Ekspresinde yolculardan cigara dilenirmiş.
Bir iki yıla kalmadı dere boyunda davullu zurnalı bir düğün oldu. Kadir Abi İzmit'te şoför olarak girdiği fabrikada bir kıza vurulmuş , babası vermeyince de tutmuş kolundan getirmiş, basmış nikahı dediler. Düğün de onlarınmış.
***
Şimdi ne zaman bir akşam vakti ya da sabahın alacasında ürkek ürkek servis bekleyen , gözlerinden yorgunluk ve geleceğe dair hayaller akan, zayıf ,uzun boylu bir genç kız görsem, fabrika kızı gelir aklıma.
Ne vakit bir tren geçse içim ürperir.
Onun ellerine diken gibi batan iğneler, tütün saran narin parmakları ve bütün insanlar gibi kurduğu hayaller….Hele bir de yağmur …
Dışarda bir yağmur başlar
Yüreğinde derin sızı
Gözlerinden yaşlar akar
Ağlar fabrika kızı