Yıllar sonra ilk kez bu gece gül çaldım başkasının bahçesinden. Kimse görmesin diye karanlıkta usulca yaklaştım. Bir tur attım etrafında. Ani bir karar değil geçen haftadan taktım güle kafayı da vakit olmadı dibine gitmeye. Bu gece yürüyüşe çıkınca yaklaştım yanına. Nasıl kırmızı, nasıl nazlı. Nasıl oya oya yaprakları..Koparmak ne mümkün, öyle sivri ki dikeni. Parmağıma battı yetmedi avcumu da çizdi. Baktım kopmuyor, bıçak da yok yanımda, dişlerimle koparı... Ayyy! Dudağımı çizdi. Acıyla birden çocukluğuma gittim.

*

Okulun son haftası ben de öğretmenime gül götürecektim. Herkes bahçeli bir evde oturduğundan, bahçelerden renk renk, çeşit çeşit güller taştığından öğretmenimizin masasında hep gül olurdu. Ben en kırmızı, en kat kat, en kadife olandan götürecektim. Kimsede olmayan bir gülden. Lokalin kapısındaki bordo, kadife, gülden!
Evden çıkınca doğru Lokale gidip çantamı yere bıraktım, inci çiçekleri ve sarmaşıklar arasında neredeyse kaybolmuş kadife goncayı buldum. Aralayıp dalları , ince sapını.Ayyyy! Battı... Offf ne batmak, ne acı...Ağlamamak için dudaklarımı ısırıyordum. Sapı eğdim, büktüm. Ne mümkün? İnce ama o kadar sağlam ki kopmadı. Kopmadığı gibi bir kaç diken daha battı elime. Elimi çekip derime saplanmış dikeni çıkarttım. Kanıyordu. Umursamadım. O goncayı alacaktım! Yan yatmış sapı tuttum. Bir kaç kere daha eğdim, sağa sola çevirdim , kopmuyor meret. ( Mereti babamdan öğrendim)

Etrafa bakıp kimsenin olmadığından emin olunca duvara çıktım, goncanın sapını kendime çektim, ağzımı yaklaştırdım, ön dişimle sapını ileri geri yaparak kopardım. Diken de dudağımı kesti hem de yakarak... Elimdeki goncanın renginde bir kaç damla kan geldi ağzıma. Ilık, hafif şekerli, ilginç bir tat. Kan ziyan olmasın diye Ayfer'e de diken batırıp kan kardeşi olduk! ( Kan kardeşliğini Ömer Seyfettin' den öğrendim)
Dantel yakama da kan damlamış, yolda fark ettim. Annemden papara gelirdi akşama ama değmişti. Gonca elimdeydi, benimdi artık...Kaşıkçı elmasını taşır gibi taşıdım elimde.İlk derste de verdim öğretmenime. Aldı, vazodaki hanımeli ve zambakların ortasına koydu. Gözlerimi alamıyordum, ne kadar farklıydı diğer çiçeklerden. Birden karşı konulmaz bir geri alma arzusu doldu içime. Haydaaa!

Çocukluk işte, dersi dinleyemiyor, sürekli goncaya bakıyordum. Gülsen öğretmenim, sen yaz Zuhal dedi. Neyi dedim? İyelik ekiyle bir cümle... Dinlemediğim için anlamamıştım da! İyilik eki mi? -İyelik eki akıllım -dedi Nilüfer. Bu turuncu, lüle lüle saçlı, çizgi film burunlu kız hızlı okumada tek rakibimdi. Ters ters baktım. İstemiyordum benden hızlı okumasını. Ben sevdiğim şeyler sadece benim olsun istiyordum. Kelimeler de! Sadece ben bileyim kuralları, en güzel ben konuşayım. Böyle çocuksu duygular işte! Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bu düşüncelerle aldım elime tebeşiri. Ay o da küçülmüş küçülmüş ufacık kalmış mı! Zar zor karaladım bir şeyler.

Yaz dedi öğretmenim.
-Ne yazayım?
-İyelik ekiyle bir kelime yaz! Güzel
-Ee hani ek?
-Güzel-immmm
-Akıl-lımmmm
-Uslu-mmmmm
-Peki nedir bunlar?
-Sıfat örtmenim!
-Aferin devam et...
-Gül-ümmmm
-Günaydın-ımmmm
-Hazine-mmnm
-Mucize-mmnm
-Fikrimin ince gülü...
-Bu ne?
-Şarkı örtmenim!
-Nerede burada ek?
-Fikri-m de örtmenim!
-Cümle yaz !
-Güzel gülüşlüm akıllım benimmmm.
-Neden o kadar 'm 'koydun?
-Pekiştirmek için örtmenim!
-Peki öyle olsun!

Sınıfta kahkahalar, dışarıda leblebi tozu gibi sıcak, yapış yapış bir hava, pamukşekeri gibi bulutlar, Serdivan'dan buram buram süt ve gül kokusu, vazoda ince bir gül, fikrimin ince gülü, ellerimde çizik, dudağımda kan... Kan ve gül, gül ve diken, sevgim ve ben...

**

Nilüfer'le hızlı okumada başa baş mücadelemizi beşinci sınıfta müfettişin karşısında dakikada yüz yirmi üç kelimeyle ben kazandım. Allah için o da pek güzel ilahi söylerdi, aşık atmayı düşünmedim bile. ( Aşık atmayı da annemden öğrendim)
O günden sonra gül en sevdiğim çiçek oldu. Bordo, katmerli güller. Arada kendi kendime gül aldığım da oldu.
Lokalin kapısındaki bordo gülün durduğunu sanmıyorum. Olsa, kokusu bu yazıyı yazarken buralara kadar gelirdi.

Kalbimin şen bülbülüne gelince... O yaşıyor çok şükür!. O şen bülbül olmasaydı kalbimde, gecenin bir vakti koca kadın gül çalıp, çaldığı gülün karşısına geçip, iyelik ekleriyle ilgili yazı yazar mıydı?
Ben ağladıkça gülenler, özledikçe gidenler, sevdikçe sevenler oldu ! Kalbimizdeki yaraları saracak en iyi şey zaman, hasarları onaracak en etkili ilaç sevgi, yanıyorsanız da söndürecek olan şarkılardır. Hayatınıza giren şarkılar. (Ben yaşamı sevmeyi şarkılardan öğrendim).
O zaman kalbimizdeki şen bülbül hiç susmasın ve en sevdiklerimizi önce aşk ve iyilikle sonra iyelik ekleriyle sarıp sarmalayalım. Esirgemeden, kıskanmadan, yastık altı etmeden, soğutmadan, ertelemeden, gecikmeden...

Siz de hayatı benim gibi sevdikçe seviyor musunuz? O zaman biraz daha sevgi, sıfat ve iyelik!
Bilmem anlatabiliyor muyum benim en değerli hazinemmm, fikrimin ince gülü, aklllımmmm, güzelimmm, okuyucularımmmm? Peki öyle olsun!