Sizi hiç arı soktu mu? Beni soktu…Çocukken defalarca hem de. Ya arka balkonda evcilik oynarken, ya elimde tatlı, sulu bir şeftaliyi yerken ya da bir ağacın dalında otururken.

Zaten çok korkardım arıdan, o kadar çocuk arasından ille beni gözüne kestirir, etrafımda vızıldayarak bir kaç keşif turu atardı.

– Korkma, kaçarsan gelir, hareketsiz dur - diyenlere inanmaz, vızıltısını duyunca çılgınca koşardım ama ne çare. Sağımdan gelir soluma geçer, durursam durur, gidersem gelir, tepemde daireler çizer, lülerimin arasına girer çıkar , dudaklarımı yoklar ve nihayet. Vızzzzz!!!

Hep mi gözden sokulur insafsız! Gözümdeki derin acıyla eve koşardım. Annem çok önemsemez, sıradan bir olaymış gibi önce kaşık bastırır, ben daha çok ağlayınca da hemen dolaptan yoğurdu çıkarır, şiş yere sürerdi . Cosssss!!! Peki buz gibi yoğurt ne yapardı? Hiç.

Teki şişmiş gözlerimden inci gibi yaşlar akarak , tek gözlü korsan gibi bir taşa oturur, azap içinde, arkadaşlarımın oyununu seyrederdim. Sonra tatlı bir uyuşma gelir, yüzümden vücuduma yayılır, sanki şarap içmişim gibi bir uykuya dalarım.

O akşam da bu kez dudağımdan sokmuştu ve ne tesadüf televizyonda Türk filmi vardı; Arım, balım, peteğim…

Türkan Şoray'la, Cüneyt Arkın'ın muhteşem filmi. Hani Harun zengin bir çapkın, Zeynep fakir ama güzel kız. Münir Özkul baba ve dedektif rolünde. Filmde sevgililer o kadar çok seviyordu ki birbirlerini ve nedense itiraf etmiyorlardı, ben tv nin karşısında kendimi dua ederken buluyordum; Allahım lütfen kavuşsunlar.

Film seyrederken babam ışığı söndürürdü, gerçek bir sinema gibi olurdu odamız. Bütün evlerde aynı film seyredildiği için sessiz mahalle, perdeden sızan sokak lambasının loş ışığı, anne, baba, çocuklar, karanlıkta el yordamıyla birer ikişer ağzımıza attığımız kiraz ve erikler, o Türkan yok mu o Türkan?

Türkan'ın simsiyah, Cüneyt'in masmavi gözleri, dans ederken uçuşan tüller, asla birbirine değmeyen, teğet geçen dudaklar, aşk, gurur, arım, balım, peteğim…

Bu sevgi selinden mi, yoksa şişmiş dudağından mı ağladığı belli olmayan, SON yazınca kendini tuvalete kapatıp ağlamaya devam eden kız..

Gözyaşım şarap olsa
Gençliğim harap olsa
Her günüm azab olsa
Yine seni seveceğim…

***

83 ya da 84'ün oruçlu bir bahar ikindisinde babam fabrikadan gelince , -hadi çarşıya gidiyoruz- dedi. Cumartesi değilse, okullar yeni açılmadıysa, ayın biri değilse hep beraber gitmezdik pek. Neden dememe kalmadı cevabı arkadaşlardan duydum.

  • Çarşıya petekteki mucize gelmiş. - Petek mi?- Heee petek valla, hem de üstünde Allah yazıyormuş. Arılar kendi yazmış. Yaaaaaaaa!!!

Kalbim duracaktı. Heyecanla babam ve kardeşlerim Sarı Durak'tan dolmuşa bindik, Gar'da inip, Şemsiyeli Park'tan devam edip ilk kez göreceğim geniş bir caddede yürüdük. Ne güzel hiç görmediğim yerler görüyorum.

Cadde üstünde, dar merdivenli bir binaya zar zor girdik çünkü akın akın insanlar hem giriyor hem çıkıyordu. Demek herkes peteği görmeye gelmişti. Teyzelerin amcaların elinde hep aynı dergi ( al işte bir Zafer daha) ve poster vardı, üstünde de aynı yazı: Petekteki Mucize…

Ürpermiştim. Hayatımda hiç mucize görmemiştim. Yatağımın altındaki canavardan çok korktuğum geceler birden babamın odaya gelip üstümü örtmesi, burnumdan öpüp gitmesi, son hız sallandığım salıncaktan havada takla atarak düşmem ama ölmemem hariç tabii.

Kalabalıkta zar zor yanaşınca cam akvaryumun içindeki peteğe; dilim tutuldu. A-l-l-a-h…Vallaha da billaha da Allah yazıyordu. Balı çok sevmezdim, arılarla malum zaten başım dertteydi . Daha iki gün önce dudağımdan…

Mucize karşımdaydı. İyi ki Kur'an kursuna da gitmişim. Elif baştaki ama 'a ' diye okuyalım, lam var peşinde…Okuyalım: Allah…

Birden azılı düşmanım arılara ve onların mucizesine hayran kaldım ve kalbimden bir şelale gözlerimden taştı, ağlamaya başladım. Çocuktun ne anladın diyeceksiniz! Bilmiyorum, o bina, o oda, kitap dolu raflar, esrarengiz bir koku, o petek, o baldaki itinayla yazılmış Allah…

Başkaları da görsün diye biz kenara çekilince iyice inceledim odayı. Hiç duvar yoktu neredeyse, her yer kitaptı.. Kitaptan bir ev. Arka odalardan güzel çok güzel, naif bir erkek sesi geliyordu. '

…Ve rabbin bal arısına şöyle ilham etti, 'Dağlardan , ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin… Sonra her türlü besleyici ürünlerden ye, rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git! …

Göremedim konuşan kimdi?İsimsiz biri olarak hatırlayacaktım artık O'nu. Babam hadi dedi ve aynı yollardan yürüyüp , babamın Allah'ın varlığına dair anlattığı hikayeleri dinleyerek, evrenin gizemine hayret ederek, kafamızdaki binlerce soruya cevap arayarak eve döndük.

On yıllık hayatımda ilk kez bir mucize görmüş, kalbimi balla yıkamış, tekrar tekrar iman etmiş ve çok ama çok uslu bir çocuk olmaya yeminler etmiştim. Artık arıların yuvalarına hortumla su tutmayacak, kedileri ıslatmayacak, anneme babama öff demeyecek , arı gibi çalışkan, bal gibi tatlı bir insan olacaktım.

Yatağımdan perdeye vuran dalların gölgelerini seyrederken arılarla konuşuyordum. Zafer, arım , balım, peteğim…Artık kaçamam senden! Gel , ne zaman istersen gel! Sen artık benim mucizemsin ve bilsem ki öleceğim…


Arım,balım,peteğim
Gülüm,dalım,çiçeğim
Bilsem ki öleceğim
Yine seni seveceğim..

***

O naif, o göl gibi duru ve mavi, o mucizeleri, nehirde bir yaprağın gidişi gibi anlatan sesin sahibiyle yıllar sonra tanıştım. O binaya da seksenlerde bir iki kez gittim. Yıllar su gibi geçti, seksenler bitti, doksanlar canımıza okudu ve ikibinler…

Sanırım iki yıl önce, bir sergide karşılaştık, boyumca oğlum Ata'yı görünce şaşırdı, şakalaştık. Etrafı arı kovanı gibi gençlerle kaynıyordu. Suallerine cevap veriyor, kimseyi kırmadan incitmeden bir arı gibi anlatıyordu. …Son görüşümmüş…

Geçen sene… Eylül ayında, arıların artık tabiattan el etek çekip, mucizelerinin başına geçtiği bir gün … O nehirdeki dal, daldaki yaprak, yapraktaki göz, gözdeki yaş… O naif ses… Denize karıştı gitti. Her insan bir mucize değil mi? Bir mucize daha gitti…

Hemen caminin yakınında olmama rağmen cenazesine gitmedim. Gidemedim. Mucizelerden bahseden bir dostun tabutunun hemen yanı başında , maçtan, hayat pahalılığı ve siyasetten konuşulduğuna şahit olmak istemedim.

Ben onu, hayatının ilk mucizesini seyreden küçük kız çocuğunun duyduğu en güzel ses olarak hatırlamak istedim. Bulvar'da bir banka yığılıp kalmıştım. Tekbirler getirilirken , binlerce arı geldi , sardı etrafımı, hiç kıpırdamadım, kaderime razıydım. Bu kez sadece gözümü değil aynı anda hem boğazımı , hem gözümü, hem dudaklarımı, hem kalbimi, hem beynimi soktular. Kaçmadım. Yeltenmedim bile. Acıdan değil ama kederden ölebilirdim. Ölümü hasretle bekleyen, sevgilisine kavuşmuş bir dosta kederden ölerek veda etmekten daha güzel bir vefa var mıdır? Cenaze arabası Emirdağ 'a doğru giderken kimsenin görmediği ama sadece benim gördüğüm bir arı sürüsü konvoya eşlik ediyordu.

Birden bankta küçük bir kız oldum yeniden, petekteki mucizeden ağlayan kız, arım, balım, peteğim…

Ne emelim ne arzum
Kalmasa tek umudum
Erisem yudum yudum
Yine seni seveceğim..

***

Dünya Arı Günü 'nün ertesinde, bu akşam , elimde hurma, ezanı beklerken, O 'nu gördüm birden televizyonda, geçen sene katıldığı Ramazan sohbetlerinden görüntüler, hiç ölmemiş gibi, sanki az sonra yayın bitince Ada'ya dönecek, Bulvar'da yine gençlerle yürüyecek gibi, mucize anlatacak bir arı gibi…Aklı selim bir Hüseyin gibi…

Nasıl iftar yaptım bilmiyorum. Yine bir şelale kalbimde. Çocukken verdiğim sözler, hayatımın mucizeleri, savaşlarım, zaferlerim, arılarım, kaderim, teslimiyetim, aşk…Film gibi…

İnsan yıllarca görmediği birini, ne emeli ne arzusu olmadan, tek umudu kalmadan üstelik yudum yudum eriyerek şarkıdaki gibi sevebilir mi? Film gibi …

Acı sürgünün 154. yılını Nart ateşi yakarak anan Çerkezlerde -Evet- Arı 'dır! O zaman öyle cevap verelim, Arı, arı…

Arılar aşkına, mucizeler, sevgi dolu kalpler, çocukluğumuz, yaşamak, ölüme rağmen yaşamak , her gün bir mucizeye aşık olmak , zaferler kaybetmek, zaferler kazanmak aşkına! Size bu gece şu sahneyi hediye ediyorum;

  • Geri döndüğümde size ulaşabilmem için isminizi ve adresinizi verir misiniz?

    -İsimsiz biri olarak hatırlayın beni, ne de olsa sizin için geçici bir heves sadece…

    - Peki öyleyse sizi hep, arım balım peteğim olarak hatırlayacağım.