Eskiden çok eskiden, çook uzak diyarlarda… değil, Ada'da , hemen şurada mutlu insanlar yaşardı, mutlu çocuklar…O çocuklar ki tek dertleri sokakta biraz daha fazla kalabilmek acıkınca da salçalı ekmek yiyebilmekti. Hırkalar el örgüsü, ayakkabılar bir örnek, gül çalan ellerde dikenler, saçlarda papatyalar…
O çocuklar ki bir bisiklete üç dört kişi binecek kadar cesur, kızlar bebeklerine artık kumaşlardan elbise dikecek kadar maharetli, annelerin elleri hep soğan ve hamur, sokaklar hanımeli ve begonya kokulu, babalar her akşam iş dönüşü file file erzak taşıyacak kadar kahraman…
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
***
Küçük odalı evlerde tek kanalda haberler, iyi haberler, güzel şarkılar, anahtarı içeri alınmayan dost kapılar, kapılardan 'huuuu' diyerek giren komşular , demliklerde taze çay, çayın üstünde yüzen misafirler…
Ne zaman mı?
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken…
………
O vakitlerde oyunlar tükenmemişti tabii. Mahallenin kızlarının mermer parçalarıyla oynadıkları çizgi, çevirdikleri holohop , erkeklerin vazgeçilmezi misket, uzun eşek, arada kızlı erkekli istop ya da yakartop, bazen çelik çomak…Susayınca bahçeden hortumdan kana kana Çark suyu. Mutlaka ama mutlaka futbol ve bisiklet…Kendini Maradona ya da kaleci Schumaher sanan oğlanlar.
İşte böyle, düşe kalka, kan ter içinde oyundan bitap düşmüş yaralı çocuk dizlerinin geceleri kanadığı, Cin Ali'nin yaşadığını sandığımız, Suna'nın tatil maceralarını kıskandığımız yıllar... Leblebi tozu gibi hayal meyal…
Eskiden …çok eskiden…
***
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
O bahar gecelerinden birinde , Mayıs gecesinde Hıdırellezde, ateşler yanardı sokaklarda.
Önce genç kızlar ezandan sonra dileklerini gömer gül ağacına, her mahallede küçük küçük ateşler yakılır, etrafında neşeli şarkılar söylenir derken küçük bir ulak koşarak iner yokuşu: 'Yakıyorlarrrr alanda büyük ateş yakıyorlarrrrr'.
Apar topar toplanır melamin tabaklar sofralardan, büyükler önce balkonlarda alır yerini ellerinde ince belli çay bardakları…
Küçük gözler merakla seyreder toplanan çalı çırpıyı. Sanki harman var gibi bir imece, küsleri bile barıştıran bir barış ateşi…
Ateş önce küçük çıtırtılarla başlar, kuru dallar birbirini ateşler, birden bir kaç kıvılcım etrafa sıçrar, seyirci çoğalır, heyecan artar, daha çok odun atılırdı. Artık alevler çılgınca göğe yükselir, tam da istendiği gibi büyür , genişler, sonra kontrolden çıkar , bir bayrak gibi rüzgarla sağa sola dalgalanırdı.
İşte ateşin neredeyse mitolojik bir dev haline geldiği, yükselip yükselip nerdeyse ay dedeyi öper gibi yaptığı o anda…
Mahallenin en cesur, en delikanlı, en artiz, en gözü pek evladı geri geri gider gider, anneler halka olmuş çocuklarını çeker kolundan, nefesler tutulur…
Kalabalık aynı anda hep bir ağızdan sayar: üççççç, ikiiii, birr…
Alevler içinden bir gölge adeta uçarak geçer, kolunu bacağını alevler yalar, bir an yüzü kor gibi yanar parlar…Aaaaaaa! Ay yandı çocuk!
Her şey birkaç saniyede olur biter. Yanmadan tutuşmadan karşıya atlayan genç gülerek sadece saçını düzeltir, alkışlanır, ıslıklar, aferinler, oleeeyyyyyyyyy!!!!
Sonra sırayla birer, ikişer , el ele atlar mahalleli ateşten. Atlamayan tek bir çocuk kalmayana kadar beslenir ateş sonra çekilir insanlar kenara, alevler kendi haline bırakılır.
Kahkahalar , çığlıklar yerini tatlı bir sessizlik ve gizemli fısıltılara bırakır. Sanki bir Şaman gelmiş, ateşe dur demiş ve …
Ne yanmıştır, içlerinden neyi atmışlardır ateşlere bilinmez ama alevler küçülür küçülür, çember daralır, gözler uykulu eller islidir. Babalar anneler evlere girer, gençler ateşin etrafında şarkılar söyler. 'Ay bir yandan sen bir yandan sar beni…'
Özçekimsiz, sadece dostluğun çekimine teslim olunmuş, yer bildirimi için telaşsız, yerimiz belli, beğenisiz, dürtmesiz bir gece daha bitmek üzeredir. Sadece hatıralarda yaşanacak bir gece…
Atalarının ateşle olan dostluğunu genlerinde taşıyan bu insanlar bir baharı daha kutlar, yaşamı kutsar ve en önemlisi çok ama çok mutludurlar…
Uykuya dalınca yürekler, gizli bir nefes üfleyince ateşi, bu şölenden geriye tek kalan biraz kül biraz duman…
Hatırlıyorum…
Eskidendi, çok eskiden.
***
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Şimdi…Yanıyor mudur sokaklarda ateşler? Atlıyor mudur üstünden çocuklar?
Genç kızlar gömmüş müdür dileklerini gül ağacının dibine?
Gelir mi yine Hıdır ile İlyas gece ansızın? Boyarlar mı yumurtaları gizlice çocuklar uyurken?
Maydanozlu köfteler konur mu piknik sepetlerine, omzunda hırkalarıyla gider mi komşular kilim kilim dereboyuna?
Top düşer mi Çark'a? Arnavut çocuk atlar alır mı topu? Koşar kaçar mı Altınova'ya?
Alkışlar mı Maltepe?
İlk buseyi ilk yemini asar mı Boşnakların kızı Manav delikanlının saçlarına Serdivan tepesinde?
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
Şimdi tam gece yarısı, yeniden yürüsem o sokakta, ateşin başında dikilsem, beni tanıyabilir misin?
Sanmam.
O zaman iyi bak sönen ateşe,
Biraz kül biraz duman…O benim işte…