Ohhh canıma değsin! Ben cam kenarını kapmıştım! Vagon neredeyse boştu ve hepimiz istediğimiz yere oturmuştuk. Babamla annem yanyana, kız kardeşim yanlarında, abim iki sıra geride, ben burada!
İstanbul'dan, Devlet Demiryolları'nın Fenerbahçe kampından dönüyorduk. Çok güzel bir on beş gün geçirmiş, bol bol yüzmüş, eğlenmiş, kaşarlı tost ve gazozla günümüzü gün etmiş ve babaannemin deyimiyle bacaklarımıza karasular inene kadar şehri gezmiştik. ( Yok Karasu başka! ) Bir an önce mutlu insanlar sokağına dönüp tatil maceralarımı anlatmak için sabırsızlanıyordum.
Yolculukta cam kenarı en güzel yerdir. Dağları, nehirleri, nehirdeki sazları hatta yanından hızla geçtiğiniz evlerin içini çok daha rahat görebilirsiniz . Elektrik direklerini saymak, ağaçlara isim koymak daha kolaydır camdan. İşte ben de burnumu cama dayamış, kah sayarak kah şarkı söyleyerek dünyamı seyrediyordum. Evet benim dünyam. Dünyam trenimin penceresindeydi!
Şiibim, şilibom, şilibom bom bobom!
Hereke'de durunca tren çok ama çok güzel bir genç kız geldi oturdu karşıma. Kızıl, bukle bukle saçları vardı. Üzerinde beyaz bir etek, pudra rengi bir bluz, beyaz ayakkabılar. Ben de büyüyünce böyle güzel blr genç kız olacak mıydım acaba?
Kendi kendine para kazanan, bilet alan, trene binen ve yalnız yolculuk edebilen.
Genç kız elindeki deri çantayı hemen camın altındaki minik masaya koydu. Yüzünü ellerinin arasına alıp camdan dışarı çok uzaklara daldı. Ben direkleri saymaktan sıkılmış , genç kızı seyretmeye başlamıştım. Derken kızın yanına bir delikanlı oturdu. Selamlaşmadılar ama ben tanıştıkları hissine kapıldım. Genç kız beyaz eteğini topladı, cama yanaştı, oğlan da ona. Enteresan bir oyun başlamıştı. Kız gidiyor oğlan gidiyor. Artık gidecek yer kalmamış, kızın bukleleri oğlanın omzuna değer olmuştu. Hiç konuşmayacaklar sanırken kız oğlana deri çantayı uzattı, oğlan açtı ve içinden çıkan bir deste mürekkep lekeli samanlı kağıdı sımsıkı tuttu. Sessizlik devam ederken ben ikisinin de kalp çarpıntılarını duyuyordum. Ohh ne güzel. Dandy sakızımı ağzıma attım, pembeye boyandı dilim.
Gülümsedim ve yolcularıma geri döndüm. O da ne! El ele tutuşmuşlar! Hem de trende hem de herkesin içinde. Vay vay vay! Hemen annemlere döndüm baktım. Annem yanındaki teyzeyle konuşuyor babam dalmış uyuyor.
Kız hiç konuşmamalarına rağmen ağlıyordu. Bana göre ortada ağlanacak bir durum yoktu ama ağlıyordu. Bir eliyle oğlanın elini tutmuş diğer eliyle de koluna tutunmuştu. Tutunmuştu evet, bir serçenin bir dala tutunması gibi. Oğlan da hiç konuşmadan dışarı bakıyordu. Bir an dilsiz olduklarını düşündüm acıdım .
Bu sessizlik bana İlhan İrem'in o çok sevdiğim şarkısını hatırlatmıştı, Konuşamıyorum...
Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin...
Bu büyükler de ne tuhaf benzetmeler yapıyorlardı! Sevgilisinin sesini ördeğe benzetmek mesela.
Eve gidince İlhan İrem defteri yapmaya karar verdim. Onun şarkı sözlerini yazacak Hayat ve Kelebek'ten resimlerini kesip uhuyla yapıştıracaktım. Kapağına da renkli ataçlarla çiçek tutturdum mu tamamdır.
Siz hiç 80'lerde artiz defterleri yapmadınız mı? İnanmıyorum...
Haykırmak istiyorum, konuşamıyorum, konuşamıyorum...
*
Ancak şimdi anlıyorum ki bir dilsizden daha acınacak haldeydiler, aşıktılar. Kim kimi daha çok seviyor tahmin yürütmeye çalışırken tren Arifiye'ye gelmişti bile. Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum kız bülbül gibi şakımaya başladı. Ne talihsizlik ki vagonda bir hengame, ağlayan bebekler, zırlayan çocuklar, simitçi, pişmaniyeci, bağıran çağıran. Aman Tanrım ( Allah da diyebiliriz ama Dallas'da Pamela Tanrı diyordu)
O kadar kızmıştım ki, gara girmemize dakikalar kalmış, saatlerdir konuşmayan kızın konuşacağı tutmuştu. Üstelik biz Mithatpaşa 'da ineceğimizden sonunu da bilemeyecektim bu hikayenin.
Gecelerdir uyumuyorum dedi kız. Gecem gündüzüm belli değil. Neden mektuplarıma cevap vermiyorsun?
Oğlanda ses yok!
Ben seni çok seviyorum. Sessizlik...
Bu ne kalpsiz adam dedim içimden, hamamcının kızı Badem'den sonra ikinci bir gurursuz, yüzsüz kız vakası! Şahit de yine ben...
Allahhh! Önümde bir film çekiliyor annem ise valizini al diye beni çekiştiriyordu. Offf anne bi dur!
-Sen benim canımsın, sensiz yaşayamam, ne olur bir şey söyle ve daha bir çok söz.
Yok onsuz nefes alamıyormuş, yok blr kere sarılsalar her şey düzelecekmiş!
Hiç mi hatrım yok derken oğlan elini çekmişti bile. Ay anne bi dur!
Çaresiz kalkıp annemlerin yanında dikildim az sonra inecektik.
Babamla annem eve gidince ne yemek yapacaklarını konuşuyorlardı.Ne romantik değil mi?
Yan koltukta bir aşk filminin finali, annemle babamın kıymalı yumurta mı taze fasülye mi çekişmesi!
Artık seslerini çok zor duyuyordum daha doğrusu genç kızın sesini çünkü erkek istasyona gelene kadar tek bir kelime bile konuşmamıştı.Susmak hiç konuşmamak çok zor bir şey olmalı diye düşündüm ( ay Allah korusun kendimi susarken hiç düşünemiyorum! )
Mithatpaşa'da, annem , babam, dört kardeş apar topar trenden indik ve valizlerimizle kendimizi rayların üstünde bulduk.Bir de ne göreyim delikanlı da inmiş. Genç kız camdan neredeyse düşecek kadar sarkmış ve ağlayarak yalvarıyordu,
- Lütfen , affet seni çok ...
Gerisini duymadım ama ne söylediğini tahmin edebiliyorum. Delikanlı sigarasından hızlı hızlı nefesler alıp havaya savurdu ve izmariti hemen istasyonunun önündeki mazgala fırlattı attı. İzmarit düşmedi ve için için yanmaya devam etti.Aklım izmaritteydi acaba ne zaman sönecekti?
Evimiz çok yakın olduğu için raylardan karşıya geçmiş yürümeye başlamıştık.Ben annemlerden geride kalmayı tercih ettim , yok yok valizim ağır olduğu için değil bambaşka daha ağır bir yük taşıdığım için. Mektup!
*
Genç kız bir tomar mektubu delikanlıya verirken mektuplardan bir tanesi yere düşmüştü ve kimse fark etmeden usulca eğilip alıvermiştim. Ne kadar ayıp ama ne kadar da heyecanlı değil mi? Cebimde başkasına ait bir mektubu taşıyordum ve eve gider gitmez okuyup okumamaya karar verecektim. Hemen yarın sabah ilk işim Deniz, Demet, Esra ve Funda'yı bizim bahçeye çağırmak ve onlarla bu mektubu okumak olacaktı.
Hayır yapmadım, bu suça arkadaşlarımı ortak etmeyecektim. Başkasına ait bir mektubu okumanın ne kadar ayıp olduğunun farkındaydım ama kalbime de söz geçiremiyordum , ölmek üzereydim meraktan.
Ne mi vardı? Yemekte mi? Kıymalı yumurta... Haaaa mektup! Durun anlatıyorum kuzum!
Mektup tarih ve yer ile başlıyordu hatta saat bile vardı: 05.55
Demek sabah ilk ışıklarla yazmıştı mektubu!
Bitananem( r' yi unutmuştu kız)
Okyanus gözlüm(doğru , delikanlının gözleri deniz gibiydi)
Sebeb-i hayatım ( ne demek anlamadım, babama sorarım)
Ülkem! ( yok gezegenim! )
Buna benzer ifadelerle başlayan mektupta bolca gözyaşı izi vardı. Ben de babaannemlere mektup yazarken ağladığım için gözyaşının izini tanımıştım.
Kıza bir tek kelime etmeyen, gözünü camdan dışarı dikip kendine tutunmuş bir garip serçeyi fark etmeyen bu delikanlıya mı kızayım yoksa bu onursuz gurursuz kıza mı bilemedim. Büyükler ne zaman sevmeyi öğreneceklerdi? Kırmadan, dökmeden, hakkını vererek , dolu dolu gerçekten sevmeyi...
Mektubun sadece benim bildiğim özel yerlerini geçiyorum.O cümleler benimle birlikte mezara gidecek. Sizinle sadece mektubun sonunda genç kızın yine ağlayarak yazdığını tahmin ettiğim bir şarkının sözlerini paylaşabilirim.
Seni andım bu gece kulakların çınlasın
Şimdi dargınım seninle
İnan sen herkesten başkasın
Evet yine bir şarkı! Genç kız neredeyse yaşama veda edecek kadar sevdiği adama şarkıyla sitem ediyordu.
Seni benim kadar
Hiç kimse sevmeyecek
Seni benden beni senden
Başka hiçkimse bilmeyecek
Ne güzel sözler değil mi? İşte şarkılar bunun için çok kıymetlidir.
Belki uzak belki yakın olabilirsiniz sevdiğinizle hatta şimdi dargın da! Ne kadar küserseniz küsün o aşk sizi alev alev yakar ve siz o mazgala düşen sigara gibi için için yanmaya devam edersiniz. Bir taraf naz yapabilir , bir taraf da gurur!
Ben hiç böyle bir mektup almadım ama alsaydım asla o serçenin elini bırakmazdım. Aşkta gurur olmayacağını çocuk aklımla daha kaç kere söyleyeceğim!
Öyle bir bilmece ki bu aşk
Hiç kimse çözmeyecek
Beni senden seni benden
Başka hiç kimse bilmeyecek
Öyle sanmıştı genç kız ama küçük bir kız çocuğu bu sırra ortak olmuştu.
Kız bu mektubun da okunduğunu sanarak nasıl cevap beklemiştir günlerce. Oğlan bu satırları okuyabilseydi eminim kızı affederdi!
Şimdi neredeler, barıştılar mı, evlendiler mi, başkalarıyla kaç çocuklu aile kurdular kim bilir!
Bu hikayede geçen herkesi sevgiyle,minnetle anıyorum bu satırları yazarken.
Simitçi, pişmaniyeci, annem, babam, kardeşlerim, kondüktör, hareket memuru ve...
Aslında birbirini deli gibi sevdiği her halinden belli sevgililer, gurursuz ama aşık kız , gururlu ama aşık adam...
Sabah tam 5.55 de bitirdim yazıyı. Sevginin , sevdanın, sevdalıların.
Hepinizin kulakları çınlasın...Senin de!
Kulakların çınlasın..