80’ler ömrümün sonuna dek hatırlayacağım çok ama çok mutlu yıllardır. Kan ter içinde yakar top oynadığımız, çam fıstığı topladığımız ıslak sokakları, kışın kızakla kaydığımız yokuşları, sabahları kuzuların otladığı, akşamları Demirsporlu futbolcuların idman yaptığı top sahası, kurbağa seslerinin eksik olmadığı havuzlu lokali, düğün derneklerdeki müzik şölenleri, açık hava sineması…
Rüya gibi geçen o yıllarda, dünyadaki savaşlar, açlık, kıtlık, terör, ülkemizdeki darbenin etkilerini elbette duyuyordum. İndira Gandhi muhafızı tarafından öldürülmüş, sosyalist mi, solcu mu, komünist mi işte her kime Hıdır Aslan Türkiye’de idam edilen son kişi olmuş ve daha da önemlisi TRT tamamen renkli yayına geçmişti. Arı Maya’yı renkli seyrederken heyecandan ölecektik. Ben çocuk olabilirdim ama her şeyin farkındaydım. Gazetelerde okuduğum haberleri ezberliyor, akşam TRT bülteniyle kıyaslıyor, babamın yorumlarıyla süzgeçten geçiriyor ve hep aynı sonuca varıyordum; her şey yolunda!
Yolunda gitmeyen tek şey şarkılardı. Evet şarkılar, artık çocuk şarkılarından sıkılmıştım. Offf! Mini mini bir kuş donmuş muş da, pır pır ederken canlanmış mış da…Minik kardeş minik kardeş can canmış da, açmış bakmış dolabı şeker de sanmış ilacı falan da filan da … Amannn. Çocuk mu kandırıyorsunuz?
Ben radyoda gece yarısından sonra TRT Fm ‘de başlayan Gecenin İçinden’de çalan yabancı şarkıları seviyordum. Herkes yatınca, kulağımızı radyoya dayayıp bütün cızırtısına rağmen dinlediğimiz şarkılar. İngilizce, İtalyanca, Fransızca şarkılar. Mesela , laşartemi kantareeeeee, konar kitaraymano….
-Söylemedim - demeyin inanmam! 80’lerin gençleri ve çocukları için marş gibiydi bu şarkı. Feliçita’dan sonra zaten bu dile aşinaydık. Koca şarkıda anladığımız dört kelime: Spagetti, dante, piyano, Maria… İşte basbayağı söylüyorduk. Laşartemi kantareeeee. Kırmızı pantolonlu, saçlarını ortadan ayırmış ve elinde gitarıyla gezen bu genç aslında başka ülkelerdeki yaşamın hayaliydi benim için. Toto Cutugno, İtalyancamızı duysa ne derdi bilmem ama biz bu şarkıyı çok sevmiştik. Hele sokağımızın “Sütü seven kamyon şoförü” performansıyla bizi büyüleyen, Feliçita ile İtalyancalarına hayran olduğumuz edepsiz oğlanları tahmin edersiniz ki bu şarkıyı da katletti. Yirmi yıl Hindistan’a hükmeden kadın başbakan İndira Gandhi’nin adını bile “ cebe indirmekten” feyz alıp “indiregandi “ diye argoya çeviren, kızlar bir şey sorduğunda –zıttt Erenköy-diyen süper zeki oğlanlar!(Sizi başka bir yazıda uzunca anlatırım.)
Aslında bir İtalyan gencinin memleket sevgisini anlatan bu şarkı Lokaldeki düğünlerde de az çalmadı. Gelinle damat bilselerdi şarkı sözlerinin
Bırakın şarkı söyleyeyim
Elimde gitarlımla
Bırakın şarkı söyleyeyim
Ben bir İtalyanım …..olduğunu, böyle yanak yanağa dans ederler miydi? Hiç sanmam… İlahi laşartemi kantare…
***
Bu laşartemili ve de kantareli günlerde Sarı Duraktan dolmuşa bineceğimiz anı iple çekerdim. Kapılar kapanınca, kokusuyla müziğiyle bambaşka bir alemde bulurdum kendimi. Ahh o camlarda bir o yana bir bu yana sallanan püsküller, mavi yeşil ışıklar, ahh o burun kıvırdığımız, fakirlerin dinlediği acıklı, salya sümük ağlamaklı dolmuş şarkıları…
İşte yine böyle sarı saçlarını sarmaşıklara dolamış bir Ada sonbaharında, güz gülleri tomur tomurken, ayvalar, narlar ve cennet hurmaları bize yalancı cenneti vaat ederken …
Bir ateşe attın beni, alev alev yaktın beni, bilseydim sever miydim…
Sarı Durak’tan bindiğimiz dolmuştan inene dek defalarca çalmıştı aynı şarkı. Bir dergide “Arabeskin Kraliçesi Neşe Karaböcek’i Tahtından İndiren Kadın” diye bir haber okumuştum. O Cumartesi, sigara dumanından sapsarı olmuş kartpostalının aynaya tutturulduğu dolmuşta defalarca çalmıştı da ben de ezberlemiştim şarkıyı;
Dost üzülür, düşman güler, böyle derde gülünür mü ?
Bilseydim hiç sever miydim, aşkın sonu bilinir mi?
Efkar basmış ve buram buram ter ve sigara kokan dolmuşta defalarca çalan bu şarkıyı dinlerken gözüm, şoförün yolculardan gelen bozuklukları attığı plastik kutudaydı. Kutuda kapağı çatlak bir kaset, kaset kapağında da sarı saçlı güzel bir kadın vardı: Elenor, sanırım plak şirketiydi tabi bir de Raks…Onun kaset markası olduğunu biliyordum bilmediğim bu kadının Neşe Karaböcek’i tahtından eden kadın olduğuydu…
Bilseydim hiç sever miydim, aşkın sonu bilinir mi?
***
Alamancı Kadriye’nin babasıgiller, gurbetten gönderdikleri paralarla Altınova’da yirmi yılda ancak biten salon salomanje evlerine Almanya’dan kesin dönüş yapıp taşınmasalar, Kadriye bizim sınıfa düşmese, önünde yıldız sembolü olan bir otomobille babası getirip müdüre teslim ettiğinde ben o yıldıza vurulup Kadriye’yi yakın takibe almasam, koridorda onu karşılayan ilk ben olmasam, bu Alamancı arkadaşa hiç düşünmeden defterimden sayfa koparıp vermesem, bozuk Türkçesiyle maytap geçmeyen, onu koruyan hatta kedi merdiveni yapmayı öğreten en iyi arkadaşı ben olmasam…
Tanrı affetse bile o kulları asla affetmeyeceğini haykıran Tüdenya’dan ve şarkısı Seni Sevmeyen Ölsün’den, kocası yüzüne kezzap attığı için sol tarafını saçlarıyla kapatan ve ölümden kaçamayan Bergen’in Benim İçin Üzülme’sinden, geçen sene balkondan düşüp ölen Hüseyin Altın’ın Dargınım Sahte İnsanlara ‘sından, trafik kazasına kurban giden Esengülden de, Taht Kurmuşsun Kalbime şarkısından da haberim olmayacaktı.
Ben mutluluğu asla uzaklarda aramam. Çocukluğum da, mutluluk da her an yanımda, ruhumdaysa bu şarkılar sayesindedir.
***
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle okullar tatil olup da Bulvardaki törenlerden dönünce, Kadriye- hadi bize gidip video seyredelim- dedi. Lokal’in önündeki yokuştan inip Sarı Durak’tan az ötedeki söğütün çamurlu bayırından inip Küçük Bakkalın sokağından az ötedeki eve vardığımda alt tarafları yanmış un kurabiyesinin kokusu Altınova’yı sarmıştı bile.
Videodan film seyretmemiz bitince balkona geçmiş (Kurban mıydı filmin adı hatırlayamıyorum-Ahu Tuba ve Kadir İnanır oynamıştı) akşama kadar Kadriye’nin dinlettiği arabesk şarkılardan içime baygınlık gelmişti. Tüdenya bitince Tatlıses, o bitince Kibariye… Hele bir de bir yandan ağlayıp bir yandan da haşlanmış patatesleri tuzlayıp tuzlayıp yiyen teyze kızı Asuman, Bergen eşliğinde, manitasının berberin kızıyla sözlendiğini işitince bileklerini nasıl kesmeye kalktığını anlattıkça ve sigarasını dereye doğru üfledikçe. Bilseydim sever miydim diyor başka bir şey demiyordu. Ben o gün o 29 Ekim öğleden sonrasında, asla sigara içmemeye, aşık olmamaya, bir daha arabesk dinlememeye, bu şehirde kalmamaya, okumaya, bir gün mutlaka İtalya’ya gitmeye ve yıldızlı bir otomobil sahibi olmaya namusum ve şerefim üzerine yemin ediyordum. Ahh gözünü sevdiğim Laşartemi Kantare!
***
Bu 29 Ekimde, 33 yıl sonra yine Sarı Durak’tan yürüyüp, Söğütün yokuşundan inip, Küçük Bakkaldan az ötedeki eve, Kadriye’nin baba evine gitsem…Ev durur mu ki? Asmanın altında yıldızlı otomobili usulca okşasam, otomobil çalışır mı ki? Un kurabiyesi, video filmler, balkonda dumanlar içinde iki teyze kızı karşılar mı beni? Kadriye ve Asuman mutlu mudur ki?
Söğütte asılı kalmış bol acılı arabesk şarkı sözlerini biraz şekere bulayıp yeniden mırıldansam, derenin bu yamacından geçen bir dolmuştan yine o sarışın kadın,
-Bilseydim sever miydim , aşkın sonu bilinir mi ? dese ve ben bu yamaçtan cevap versem, Laşartemi kantare!!!