Sabah sabah nereden düştü aklıma bilmiyorum ama aklıma birden bu yıl Tarihi Edirne Kırkpınar'da yaşadığımız bir olay aklıma geldi.

Hendek'ten Edirne'ye güreş izlemeye gelecek olan iki değerli dostum için federasyonumuzun bir yetkilisinden ağa tribünü için davetiye ricasında bulunmuştum. O da sağolsun kırmadı davetiyeleri ayarladı. Fakat, özel sebeplerden dolayı o iki dostum gelemeyince bende biletleri ne yapacağız diye düşünürken, o esnada o dostlarımdan birini aradım. Hem gelmiyorsunuz hem de bilet istiyorsunuz diye atıfta bulunurken o arkadaşıma dedim ki; geçen yıl da yine aynı şekilde olmuştu. Bilet ayırdığım kişiler gelemeyince çok makbule geçecek bir güreş sever amcamızla tanışmış bileti ona vermiştik diye ona anlattım ve telefonu kapattım...

Yani bu kadar olur... Arkamı döndüm ki; bir baktım tam 365 gün sonra aynı yerde, aynı şekilde yine elinde küçük bir poşeti ile o amca. Geçen yıl bilet verip, çocuk gibi mutluluğu gözlerinden okunan Gümüşhaneli o amca. Öyle bir güreş bilgisi var ki; biz onun bildiğinin çeyreğini bile bilmiyoruz.

Hatta bu amcayı ben üç yıldır Kırkpınar'da görüyorum. Önceki yıl kızımla birlikte Edirne'ye giderken otobüste karşılaşıp tanışmıştık. Geçen yıl sevgili Yalçın Kaynak hocam ile birlikte camide karşılaşıp sohbet etmiştik. Bu yıl da keza yine bilet ararken kurban olduğum Allah bizi onun karşısına çıkardı. Yani olur da bu kadarı olur. Kimse kimsenin nasibini yiyemez diye boşuna dememiş atalarımız...

Bitti mi, daha bitmedi... Bir biletimizi bahsettiğimiz o amcaya verdik. Elimizde kalan diğer bilet için de başladık Yalçın Kaynak hocam ile birlikte gerçek ihtiyaç sahibi deriz ya o manada kalbi yağlı güreş için atanan, özellikle de yaşı ilerlemiş bir hacı amca aramaya...

Elimizde biletle gezerken karşımıza elimizde bileti gören bir karı koca denk geldi. Ne yalan söyleyeyim yaşları genç olduğu için hiç onlara bileti vermek gönlümden geçmiyordu. Zaten elimizde de bir bilet vardı. Onlar elimizdeki bileti sorunca, size iki bilet lazım bizde bir bilet var dedim. Size versek biriniz yine giremeyecek dedim ve onlara vermedim. Hemen yanındaki hacı amcaya sordum o da var biletim ama veremem ben gireceğim dedi fazla yok dedi. Yani kendisinden benim bilet istediğimi zannetti öyle bir tebessüm ettirdi bize. Sonra tam basın girişinden gireceğimiz esnada mahcup bir şekilde ürkek bakışlarla sağına soluna bakan tam da aradığımız gibi ihtiyar bir hacı amcamıza denk geldik. Hacı amcamıza biletin var mı diye sormaya bile gerek yoktu. Çünkü o kadar çok belliydi ki bileti olmadığı. Hemen verdik bileti kendisine, bizlere bol bol dua etti biletini de koynuna soktu ve gitti.

Yani dostlar, kıymetli güreş severler; bırakalım o onu yenmiş bu bunu yenmiş, o ona düşman bu buna düşman, falandı filandı... Yağlı güreşte eksikler ne onları mı konuşalım elbetteki konuşalım ama arada sırada da şu madalyonun arka tarafına da bakalım. Bu verdiğim örnekler gibi yüzlerce eli öpülesi aziz güreş seyircisi içeriye girip girmeyeceğini hiç düşünmeden kaç yüz kilometre yollardan tek başlarına hele hele ilerlemiş yaşlarına rağmen, kalacak yerleri olmamalarına rağmen Kırkpınar'a geliyor. Gelmesine geliyor da peki ya biz onlar için ne yapıyoruz esas bu konulara eğilsek daha doğru olmaz mı? Hee, şunu da söyleyeyim. Allah kendisinden razı olsun. Bu tip konularda kendisi çok hassas. Kimden mi bahsediyorum, efsane Kırkpınar ağası Seyfettin Selim'den. Sayın Selim'in misafirlerini nasıl ağırladığını konuşmaya gerek yok. Keza federasyon başkanımız da bu konuda çok hassas. Tıpkı onlar gibi bu ve benzeri konularda keşke Edirne Belediyesi de çok hassas olsa diyerek, bugünlük bu kadar diyor, sizleri Allah'a emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla...

Cemil Tekin / Sadece Güreş Programı Yapımcısı ve Sunucusu