Yazıma Bakara Suresi, 216. Ayetten ilham alarak başlıyorum...

Bakara Suresi, 216. Ayet; “Sizin hayır sandığınız şer, şer sandığınız şeyde hayır vardır. Allah (c.c.) bilir, siz bilmezsiniz.”

Hiç şüphesiz rabbim her şeyin en doğrusunu bilendir. Ömrümün tam 32 yılı şantiyelerde, taş ocaklarında geçti. Çok yorulduğum, çok yıprandığım zamanlar oldu. Gün oldu ağır iş şartları yordu beni, gün oldu bu uzun sürede hayatımdan gelip geçen insanlar yordu beni. En çok da yöneticiler, yönetenler, para babası patronlar ve onların yalaka yaverleri. Gün oldu makam sahibi başkanlar ve tabi onun da etrafındaki yalaka ordusu yordu beni. Gün oldu yaptığım işin çırağı, kalfası ve tabi ustası oldum. Birçok yerde belli bir kesime de biz yönetici olduk, sorumlu olduk. Adına ister şef deyin, ister çavuş, ister formen. Adı her ne ise beni bilenler bilir, ben sorumluluğunu aldığım her bölümün her çalışan arkadaşımın yardımcısı oldum. Durmadım öyle bir kenarda, sorumluluk almak hele hele emekçinin sorumluluğunu almak çok büyük bir vebaldir. Bu vebalin ağırlığını hiç unutmadım. Allah (c.c) şahidimdir ki; sorumluluğumda bulunan hiçbir arkadaşımın bilerek, isteyerek, nefsi düşünerek kimsenin hakkını zai etmedim, kimsenin üstünden sırtından geçinmedim, çıkar sağlamadım. Hal böyle olunca kendimi o kadar yordum ve yıprattım ki, 32 yılda mesleki hastalık olarak tam 7 önemli ameliyat geçirdim.

Çok zor zamanlar geçirdim. Emeğimin karşılığını almadan, alamadan o kadar çok çalıştım ki; ezildiğimin, yıprandığımın farkına bile varamadım. En çok da yanlış insanlara biat etmek, teslim olmak yordu beni. Kimilerine göre bu yazı uzun olabilir bağlayacağım zaten. 32 yıllık esaret birkaç satırda zaten anlatılamaz, baştan sona yazsam vallahi de hayatım film olur...

Konuya gelelim...

Öyle bir gün geldi ki; geçen yıllarıma baktım, geleceğime baktım, bir arpa boyu yol alamamışım dediğim zamanlar oldu. Bunalıma girdiğim, hatta hastalanıp yatağa düştüğüm zamanlar oldu. Birkaç candan, samimi eş dost dışında kimsenin umurunda bile olmadı, duymadı. Güvendiklerim, biat ettiklerim sessiz çığlıklarımı duymak istemediler. Zaman geldi bu bunalım öyle bir noktaya geldi ki; artık yeter dedim, hesap vakti hesaplaşma vakti geldi dedim. Kendimce kim benden haksız ne aldıysa hesabını sorma vakti dedim. Yine böyle bir Ekim, Kasım ayları idi. Giyindim, kuşandım bana söz verenlere aracı olanlara, araya girenlere, yöneticilere yalakalarına, patronlara yalakalarına, hesap sormaya karar verdim, çıktım meydana. Uzakta değillerdi hiçbiri. Hergün birini, biri olmazsa diğerini görüyordum. Denk getiremiyordum hepsini bir arda. Biri, ikisi, üçü varsa diğer bir kaçı yok. Orada hergün onları seyretmek beni kahrediyordu. Hele hele meydanda o şaşalı saltanatlarını gördükçe, bir de bu saltanatlarına sırt veren, omuz veren tabiri caizse hamallık yapanlardan biri, hatta o hammalların en katmerlisi olan biri olarak onların saltanatını gördükçe kinim nefretimi aşıyor, aklıma gelenler beni bile korkutuyordu. Ve birgün hepsini denk getirdim bir arada. Nasıl oldu, ne oldu bilmem? Ne planları, ne hesapları vardı, geldiler bir araya. Tamam dedim, işte hepsi bir arada. Onlar saltanat sürerken, ben hastahane kapılarında, psikiyatr kapılarında. Yeter dedim, bugün ne olacaksa olacak, bu film sona erecek. Nasıl olsa bahanem de var, kafam iyi değil, psikolojim bozuk, tedavi de görüyorum. Aslında bende hiçbir şey yok, hasta olan ben değilim onlar. Hani bir pisikiyatrın da dediği gibi, "Bize gerçek hastalar gelmez. Hasta olanların hasta ettikleri gelir." Aslında hasta olan onlar ben değilim.

Her neyse onlar ile aramda birkaç adımda geçilecek yol var. Artık kararımı vermişim, hesap vakti geldi. Bu dünya bana dar onlara bol olmayacak. Düşündüklerim beni benden alıyor, beni ürkütüyor. Tam başladım yürümeye ki; Hey kurban olduğum Allahuekber Allahuekber sesleri yükseldi bir anda minarelerden. Durdum adeta, şartel kapattım bir anda. Dinleyi verdim ezanı, döndüm geriye yürüdüm rabbimin davetine. Cuma idi günlerden, kalabalık cami avlusu, iğne atsan yere düşmez hesabı. Onlar da geldi elbet camiye, hem de insanların omuzuna bastıra bastıra en ön safa geçti bir çoğu. Herkes görsün bak biz en ön saftayız. Kimileri ile belki de aynı safta durduk, kıldık Cuma namazını hep birlikte. Bir bir çıktılar onlar, farzı kılan yürüdü. Az önce herkesin önüne geçenler belki de, herkesten önce terk ettiler camiyi. Bende kaçardım belki farzı kılıp da bir derdim, büyük bir derdim olmasa. Bekledim, herkes gitti, hoca ve müezzin bile. Ben kaldım huzurda, birkaç da beli bükülmüş, sırtı kamburlaşmış, saçı sakalı ağırmış birkaç ihtiyar. Kuran okuyacaklar, dua edecekler kim bilir. Ne için, kim için, kimler için...

Ellerimi açtım rabbime; "Ya Rabbim, ben geldim. Her şeyi gören bilen, gecenin kör karanlığında yerde gezen karıncayı gören, ihmal etmeyenim ben geldim" dedim. Başladım ağlamaya saydım. "Ya rabbim bana yardım et, beni kurtar bu darlıktan zorluktan. Bana da ver onlara verdiğin saltanattan, şandan, şöhretten, makamdan, rahatlıktan. Onları zelil et, onları rezil et" dedim saydım. Ağladım hüngür hüngür ve ağladıkça kendime geldim. Ağladıkça yolumu buldum, yolumu göstereni buldum. Ne için yaratıldığımızı hiçbir derdin, kederin, hüznün, zulmün, ve dahi saltanatın, şatafatın, variyetin, gücün, kuvvetin ebedi olmadığını anladım. Ve duam değişti ve dedim ki; "Ya rabbi sen beni bu halden hiç çıkartma. Hele hele şu an aldığım hazzı, hissi, mutluluğu, huzuru, maneviyatı, teslimiyeti benden hiç alma. Vazgeçtim kötü olan her niyetimden. Hatta onlara dua da ettim, beni iyiki aralarına almamışlar" diye. Hakkımı dahi helâl ettim her birine. Hesap sormak benim neyime. Hakimin kendisi şahit değil mi nasıl olsa. Koyar mı, kimsenin hakkını kimsede. Sen helal etsen bile, sormaz mı rabbim zalime, zulm edene yaptığının hesabını helâlleşse bile...

İşte böyle, yani demem o ki; Biz bilemeyiz, rabbim bilir. Hayır sandıklarımız şer, şer sandıklarımız hayır olabilir.

Şimdi bunu da neden yazdım bilmem ama yazdım işte. Belki okursa anlar, benim yaşadıklarımı yaşayan da. Nasrettin Hoca hesabı, "Eşekten düşeni Eşekten düşen anlar" misali. Belki de diğerleri anlar, çeki düzen verirler kendilerine. Rabbim hesaba çekmeden, onlar çekerler kendilerini hesaba kim bilir.

Saygılarımla...

Yalçın Kaynak / Yorumcu & Yazar