Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü KADEM Hizmet Binası açılışında şöyle konuştu:

“5 yıldızlı otellerde lüks iftarlar, Ramazan ayının idrakine varamamak demektir. Ramazan asla zenginlerin birbirlerini en lüks sofralarda ağırladığı bir ay değildir. Tam tersine Ramazan bu sofraların esas sahiplerine, asıl hak edenlerine açılması gereken bir aydır”

Bu satırları okuyunca aklıma nedense merhum Turgut Özal geldi.

Klişedir ya hani, Özal deyince herkesin aklına şu tanımlama gelir: ‘Özal, Türkiye’yi Dünya’ya açan kişidir’

Evet, Türkiye Özal döneminde Dünya’ya açılmıştır. Ancak bu açılmadan önce bana kalırsa Özal, devletle milletin barışmasına ve aynı zeminde buluşmasına vesile olan bir siyasetçidir.

Benim için Özal deyince akla ilk; bu ‘ortak zeminde buluşabiliriz’ vurgusu gelir.

ANAP çatısı altında birbirine taban tabana zıt fikirleri bir araya getiren; merkezden dışlanan çevrenin fikirlerini merkeze taşıyan Özal’dır.

Bu anlamda siyasete bütüncül bir yaklaşım getirmiş, her kesimi kucaklamıştır.

Milliyetçiler, muhafazakârlar, liberaller, solcular, İslamcılar aynı çatıda siyaset yapabildiklerini anlamıştır.

Küskünleri siyasi sahneye tekrardan çıkaran, ortak bir yol izlemelerini sağlayan, Türk Siyasi Hayatındaki en şahsına münhasır karakterlerden biridir Özal.

Çünkü gücü çevreden almış ama merkezi de dışlamamıştır.

Tıpkı şimdi AK Parti’yle ilgili yapacağımız yorumlar gibi!

AK Parti de kurulduğu 3 Kasım 2001 itibariyle gücünü toplumun dışlanmış kesimlerinden almıştı.

Düşünsel olarak merkezdeki müteahhitten değil, çevredeki işçiden kendisine güç ve destek buldu.

Doğu Beyazıt’taki yaşlı teyzenin duasından,

Edirne’deki yaşlı amcanın gözyaşlarından,

Üniversite, yani aklın ve ilmin kapısında, insan muamelesi görmeyen başörtülülerin beklentisinden,

Yemin töreninde asker evladını tel örgüler dışında izlemek zorunda kalan annelerin ‘haysiyet’ arayışlarından…

Gücünü böyle elde etti.

Mazlumdan, mağdurdan, köyden, öğrenciden, haysiyet cellatlarına karşı ‘onurlu bir yaşam’dan güç buldu kendisine.

Yani müesses nizamın temsilcilerinden değil, dışlanmış ve hor görülmüşlerden dua aldı, bu şekilde her geçen gün daha da büyüdü bir kitle partisi haline geldi.

Patronlardan, tefecilerden, ağalardan, baronlardan, zenginlerden kendisine güç damıtmadı; ‘halk için’ hiçbir zaman ‘halka rağmenci’ olmadı!

İşte en başta zikrettiğim Erdoğan’ın o açıklamaları aslında bu yüzden önemlidir.

Resmen açıklama AK Partililere ‘siz busunuz, kendinize gelin’ diyor.

Bu açıklama, ‘Sakın ha! Nereden geldiğinizi unutmayın’ diyen bir açıklamadır.

Bu açıklamaya ayrı bir anti parantez açılmalı; yereli de içini alan geniş bir yelpazeden bu anlayış değerlendirilmelidir.

Kimse geçen 15 yıla rağmen nerden geldiğini unutmamalıdır!

Bu bağlamda Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun Ramazan’ın ilk iftarını kentteki sığınmacı ve yetim çocuklarla yapması ayrı bir muhteva içermektedir.

‘Sorumluluk bilinci’ partinin ilk günden bu yana en temel kurucu ilkesidir.

Başkan Toçoğlu’nun ‘ilk’i dışlanmışlara, yok sayılanlara, çevredekilere ayırması bu anlamda çok büyük anlamlar taşımaktadır.

Kurucu duruş varlığını siyaseten daha da güçlenerek korumaktadır.

Aslolan zaten bu duruşu muhafaza edebilmekte değil midir?

Şayet sorumluluk bilinci içselleştirilmişse, duruş korunmuşsa; bu şehirleri korumayla devamlılığını bulur,

‘5 yıldızlı otellerde lüks iftarlardan kaçınan anlayış’, şehirlerin yeniden imarında kendisini gösterir.

Bu duruşla birlikte yeşil alan, park ve meydanları korumak zorunlu hale gelir,

Bu duruş spor alanlarını kollanmasını zorunlu kılar,

İmarı muhafaza etmek ahlakın tertemiz olarak saklı kalmasına olanak sağlar.

Yani diyeceğim odur ki; İlkler önemlidir, ilkeler ne kadar önemliyse…

Ama aslolan ilklerin ilkelerle devamlılığını sağlayabilmekte.

TWiTTER: @MAHİROGLU5454

MAİL: OMERMAHİROGLU5454@GMAİL.COM