'GENÇLER KONFOR ALANLARINDAN ÇIKSIN'
'Yahya Bakır'a konuşan Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Talip Kuriş 'Gençler konfor alanlarından çıkarlarsa dünyayı, kendi rutini dışındaki olayları gördüklerinde insanları daha iyi anlayabilecek, global ve mantıklı düşünebilecek, karşılaştırma yapabiliyor olacaklar.' dedi.
Yahya Bakır- Talip Kuriş'i tanımak isteriz.
Talip Kuriş- 1968 yılında Adapazarı'nda doğdum, ortaokul ve liseyi Özel Sakarya Lisesi'nde okudum. 1989 yılında Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldum. Üniversite sınavına girerken başarılı bir öğrenci olmama rağmen Boğaziçi İktisat'ı kazanamayacağımı ama ODTÜ'yü de kaçırmayacağımı düşündüm. Nitekim böyle de oldu. ODTÜ İktisat'ı kazandım ve Ankara'ya gittim. Ankara bana çok yavan geldi. İstanbul'a transfer yapmayı kafama koydum. 1980 ihtilalinden sonra ODTÜ sol eğilimli bir üniversite olduğu için her öğrencinin arzu edeceği bir ortama sahip değildi. Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi'ne transfer yaptım. Eğitimime devam ederken gözümde büyüttüğüm kolejli, Galatasaray Liseli öğrencilere baktığımda benden bir farkları olmadığını gördüm. Hayatımın mihenk taşlarından bir tanesi, hayatta hiçbir şeyi gözümde fazla büyütmemektir. Bunu o dönemde öğrendim çünkü bu istemek ve ona konsantre olmak meselesi. Geri dönüp baktığımda bu durumun, önyargılar yüzünden insanın kafasında kurduğu mental block (psikolojik engel) düşüncesiyle aslında kendi önüne çektiği setlerden dolayı kaynaklandığını anladım. İster istemez büyükşehire bir taşra psikolojisiyle gidiyorsun ve ailenizden de çok fazla bir yönlendirme olmadığı için birtakım şeyleri gözümüzde fazla büyütüyoruz, ben deneyimimden sonra hayatta hiçbir şeyi büyütmeyeceğime, istediğimiz olguyu ne kadar istediğimize karar verip ona odaklanmamız gerektiğini karar verdim. Emek verip çabaladıktan sonra zaten olmuyorsa orada durup kader deyip bırakılmalı.
Y.B- İngilizce hazırlık okumaya dair hayatınızda dönüm noktası olan bir hikayeniz var, onu anlatır mısınız?
T.K- ODTÜ'ye kayıt olduktan sonra Ankara'da yaşayan halamın yanına gittim. Halam kayıt sürecinde neler yaptığımı sordu. Ben de 'Kayıt oldum, 18.00 otobüsüyle Adapazarı'na döneceğim. Bir hafta sonra da okul başlayacak, o zaman geleceğim.' dedim. Daha sonra bana 'Hazırlık sınavın ne oldu, kayıt yaptırdın mı?' diye sordu. Ben de 'Hayır! hala ben o sınavı zaten geçemem o yüzden kayıt yaptırmadım.' dedim. Hazırlık sınavını geçtiğim taktirde üniversite birinci sınıftan bölüme başlayacaktım ancak geçemezsem bir sene İngilizce yabancı dil eğitimi alacaktım. Halam bana 'Şimdi montunu giy, tekrar üniversiteye git, o sınava gireceksin. Bir gün daha burada kalacaksın, alt tarafı bir gün kaybedersin.' dedi. Ben de halamı kırmadım. 'Peki dedim ve gittim.' Yolda giderken nasıl olsa sınavı geçemeyeceğim, halamın gönlünü yapayım, diye düşündüm. ODTÜ'ye gittiğimde karar değiştirdiğimi, sınava tekrar girip giremeyeceğimi sordum. Sınava girebileceğimi söylediler. Ertesi gün sınava girdim, geçmek için 60 puana ihtiyacım vardı ancak ben çok daha üzerinde 78 puan alarak sınavı geçtim. Burada önemli olan mental blok (psikolojik engel) dediğimiz şey, bu o kadar ağır ki; geçemem, edemem, yapamam bu tür düşünceleri kafamızdan atmamamız ve denememiz gerekli. Kendi kafamın içerisinde kendime duvarlar oluşturmuştum. O gün yaşadığım deneyimle de tüm bu duvarları yıktım, bundan sonraki hayatımı da bu çerçevede ilerlettim.
Y.B- Mental block deneyimi sonrasında hayatınızda ne tür değişiklikler oldu?
T.K- Hayatımızdaki hedefleri rasyonel tabanlar üzerine kurmamız lazım, çok fazla hayal dünyasında ilerlememek gerektiğini düşünüyorum ancak bunun yanı sıra da yapamam, edemem gibi setlere de gerek yok. Denemek lazım, konsantre olup en iyi şekilde çalışıldığında hayatın size mutlaka mükafatını vereceğine emin olabilirsiniz.
Y.B- İstanbul'a gittikten sonra üniversite hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
T.K- İstanbul'da çok güzel bir üniversite hayatım oldu, iyi ki İstanbul'a geçiş yapmışım. Sosyal ilişkiler üzerinden bakıldığında Boğaziçi Üniversitesi'nin ortamı çok farklıydı, rahat bir öğrencilik geçirdim. 1989 yılında mezun oldum. Bankacılık o yıllarda çok revaçtaydı ve bankaların yönetici programları vardı. Garanti Bankası'ndan da bir genel müdür yardımcısı bizim hocamızdı. 7-8 arkadaş işletme ve iktisat okuyan öğrenciler olarak Garanti Bankası ikinci MT programına girdik. 6 ay bizi eğittiler, sonrasında ben bankanın uluslararası hisse senedi piyasalarına çok meraklıydım. Garanti Yatırım Bankasına geçtim orada bir sene çalıştıktan sonra AIESEC bursuyla Kanada'ya, Ottowa'ya gittim. Kanada Enerji Bakanlığında 1 yıl çalıştım. Enerji Bakanlığının Vancouver şehrine, Vancouver adasından doğal gaz getirme projesi vardı, o günün şartlarında çok büyük bir projeydi, bu projede çalıştım, bana çok büyük katkısı oldu. 1991 yılında direkt hiç Türkiye'ye dönmeden Amerika'ya, Atlanta'ya Finans Mastırı yapmak üzere gittim. Bir gün halam beni aradı. Komşumuzun oğlunun Kanada'ya yerleştiğini söyledi ve onunla irtibat kurmamı istedi. Naci Öner abiyi aradım zaten ailelerimiz çok iyi tanışıyordu. Beni aldı orada kendi evine götürdü. Ailesiyle tanıştırdı sonrasında ben üniversitelerle yazışıyordum. San Francisco'dan kabul almıştım oraya gidecektim. Naci abi de bana, 'Orada ne işin var? Orası çok büyük bir şehir, zorlanırsın. Benim Finans Mastırı yaparken Atlanta'da bir üniversitede arkadaşım var. Sen oraya git.' dedi. Ben de oradaki hocayla konuştum. Tanımamama rağmen benim dönemimden mezun Boğaziçi öğrencilerinin eğitim aldığını gördüm. Hemen kararımı değiştirdim. Oraya gittim ve o arkadaşlarımla 30 yıllık devam eden çok sıkı bir dostluğumuz var.
Y.B- Üniversiteye giderken uluslararası piyasalara karşı ilginiz ve niyetleriniz aslında Kanada ve Amerika'da büyük ölçüde gerçekleşti diyebilir miyiz?
T.K- Kanada'da kısmen gerçekleşti, diyebiliriz ancak eğitimimi de o dönem şu an işletme mastırının çok revaçta olmamasına rağmen o dönemde lisans eğitimini bitiren öğrenciler illaki bir İşletme Mastırı yapardı. Ben de bu yönde ilerledim ve Amerika'da bu fırsatı değerlendirdim. 2 sene orada kaldım. 1992 yılında mezun oldum. O yıl, Bill Clinton'ın seçildiği yıldı. Amerika'da büyük bir ekonomik kriz vardı, hiçbir arkadaşım, ben de dahil iş bulamadık. Amerikalılara iş yok, bize zaten iş yoktu bu yüzden Türkiye'ye dönmeye karar verdik. Türkiye'ye döndükten sonra Garanti Bankası'na tekrar girdim. Garanti Yatırım Bankası'nda çalışmaya devam ettim. 2-3 yıl orada çalıştıktan sonra İngiltere, Londra'dan yine bankada olmak üzere bir iş teklifi aldım. Teklifi kabul ettim ve 1995 yılında Londra'ya gittim.
Y.B- Kanada'da kazandığınız parayı nasıl değerlendirdiniz?
T.K- İlk arabam Nissan Sentra'yı, 1991 yılında Kanada'da çalışırken kazandığım parayla Atlanta'da okula başladığım zaman 3500 $'a aldım.
Y.B- Dünya finansının Londra'da yönetildiği, finansla ilgili organizasyonların İngiltere'de kurulduğu söylenir, oradaki tecrübelerinizden yararlanarak siz de bunun böyle olduğunu söyleyebilir misiniz?
T.K- Hacim olarak Londra daha büyüktür. Avrupa'da Frankfurt'ta ciddi bir finansal merkezdir ancak Londra'nın büyüklüğü New York'un da üzerinde bir büyüklüktür. Londra'nın arada bir yer olması hem Avrupa'ya hem Amerika'ya hitap etmesi, finansın merkezinin Londra olmasının en büyük sebebidir. Londra'da City denilen yerde finansal ve bankacılık işlemlerinin büyük bir kısmı yönetilir.
Y.B- Londra'daki bu finansal organizasyon, bu hareketlilik bir endüstri ve üretim hareketi mi yoksa finansı yönetmeye yönelik bir hareket midir?
T.K- Finans yönetimi hareketidir çünkü İngiltere bir ada ve çok fazla doğal kaynağa sahip bir ada değil ancak kurum ve üniversiteleri başta olmak üzere yine aynı şekilde endüstri devrimini yapmış bir ülke. Tüm dünyanın bildiği, İngiliz politikası denen bir olgu var. Bu anlamda şu an bitmiş olsa dahi bir zamanlar dünyanın güneş batmayan ülkesi ve 19. ve 20. yüzyılda dünyanın domine gücüydü. Yine aynı şekilde İngiltere'nin sosyal yaşamının ve kültürünün gittiği etkisi altına alması ve devam ettirmesiyle oluşturdukları belli bir eliti yine kendi ülkelerine çekmeyi başarmıştır. İngiltere kurumlarıyla, kültürüyle, sanatıyla, tarihiyle oldukça gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı bir ülkedir.
Y.B- Güçlü ülkelerin dünyada etkin olmak adına sürdürdüğü yayılmacı hareketlerini ve kültür politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
T.K- Politika çok fazla uzmanlığımın olduğu bir alan değil ancak biz de Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneklerini taşıyoruz dolayısıyla zamanında 600 yılla ulaşan bir imparatorluk var. Dünyanın en büyük imparatorluğu denilebilir. Birtakım çıkarlarımızı korumamız gerektiği düşüncesinin çok doğal olduğunu destekliyorum. Son okuduğum Amin Maalouf'un 'Uygarlıkların Batışı' kitabında son 50-60 yıl sürecinde Orta Doğu'da süregelen hadiseleri anlatıyor ve söylediği şey şu; medeniyetin bu levanten dediğimiz şehirlerin Atina, İstanbul, Kahire, Şam bunlara örnek gösterilebilir. Tüm bu şehirlerin zayıflamasıyla birlikte medeniyetin bir zaafa uğradığını çok güzel açıklamış. Aslında Orta Doğu'daki ülkelere baktığımızda 3 dinin oradan çıktığını görüyoruz, zaman içerisinde bu şehirler gücünü kaybettikçe batı medeniyetinin yükselmesiyle birlikte insanlık değerlerinin, medeniyetin bir parça aşağıya indiğini görüyoruz. Kültür yok olduğunda insanlar hırslarıyla hareket etmeye başlıyor, hırsta bazen finans, toprak bazen de bir denizin yönetimi gibi algılanıyor.
Y.B- Türkiye'ye dönmenizle birlikte ticarete atılma serüveniniz de başlıyor değil mi?
T.K- 2000 yılında ya İngiltere'de kalacaktım ya da artık dönecektim. İngiltere'de belirli bir süre yaşamak çok güzel, orada birçok tecrübe edinmek benim için çok değerliydi ancak ömrümün sonuna kadar yurtdışında yaşayamayacağımı hissettim. Depremin etkisiyle biraz duygusal biraz realist düşündüm, zaten burada ailemin kurulu bir düzeni vardı. Bir gün gelen bir telefonla apar topar döneceğime, kendi tercihimle geri dönmeyi tercih ettim. Bildiğiniz gibi Doğuş Otomotiv'in Audi, Volkswagen, Skoda markalarını temsil ediyorum, daha sonra muayene istasyonlarının alt işletmeciliği işine girdim. Bankacılık zamanında tanıdığım arkadaşlarımla birlikte Almanya'da bir fon yönetiyoruz, altı haftada bir düzenli şekilde Berlin'e gidiyorum. Ticarete atılmam şu şekilde gerçekleşti, ailem çok eski otomotivci, Chrysler bayisiydik dolayısıyla yabancı olmadığımız bir alandı. Volkswagen'in globalde çok büyük atakları olduğunu gördüm, babama bundan bahsettim. 1999 yılında Doğuş'un Sakarya bayisi olduk.
Y.B- Dünyada ekonomik krizlerin süre geldiği ve hızlı değişikliklerin olduğu bir ortam var. Almanya bu anlamda nasıl bir strateji geliştiriyor.
T.K- Almanya'da çok değişik bir yapı var. Sokakta yürüyüp, mağazalara girip, insanların motivasyonunu da gözlemlemeyi çok seviyorum. Gözlemlediğim kadarıyla da Almanlar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki tecrübelerinden dolayı çok fazla harcama odaklı bir toplum değil. Paralarının hesabını dikkatli yapar, gereksiz hiçbir şeye harcama yapmazlar. Almanya'da hisse senedi piyasaları Amerika ve Londra da olduğu gibi çok gelişmiş değildir çünkü Almanlar risk almayı sevmeyen bir millet, daha çok devlet tahvillerini severler. İşlerinde garanticidirler, getirisi az olsun ancak sabit ve sağlam olsun isterler.
Y.B- Türkiye'ye döndüğünüzde şu anki Volkswagen grubu markalarında siz de işletmecilik, yöneticilik yaptınız, işletme tekniğini biliyorsunuz. Bankacılığa hakimsiniz, fon yönettiniz, bu bilgilerin ışığında işe başladığınızda beklentilerinizi karşıladınız mı, yoksa zorlandınız mı?
T.K- Operasyon olarak çok fazla otomotivin içerisinde olmamama rağmen edindiğim tüm bilgi ve beceriler bana tecrübe oldu. Türkiye'de sermaye sınırlı dolayısıyla otomotiv işini bilmeniz gerekli ama bu tek başına yeterli değil. Bunun dışında finans bilginiz de olmalı. Piyasalarımız çok hareketli, sermaye kısıtlı, kronik bir enflasyon ve faiz sıkıntısı var. Gelişmekte bir ülke olduğumuz için bizim tasarruflarımız yeterli değil bu yüzden de dış kaynak talep ediyoruz ve yatırımlarımızı bunlarla devam ettirmeye çalışıyoruz. Yurtdışında edindiğim tecrübelerim bu finansal piyasaları anlama açısından bana çok yardımcı oldu, bunları işimde de kullandım. Türkiye'de çoğu firma iyi olmasına rağmen sıkıntıya giren firmalarda şunu görüyorum; nakit akışını yönetemiyorlar, nakit akışı çok önemli. İşiniz çok iyi olabilir, ürününüz çok fazla satıyor olabilir ancak nakit akışını yönetmekte sıkıntı çekiyorsanız işinizi kapatmak zorunda kalıyorsunuz. Türk toplumu olarak çok duygusal hareket ediyoruz ya çok iyimser oluyoruz ya da çok kötümser oluyoruz. Ne çok iyimser ne çok kötümser olmamıza gerek var.
Y.B- İnsanlar genellikle paralarının değerinin korunmasını talep ediyor ve bu yönde ilerliyor, bu anlamda neler söylersiniz?
T.K- İster istemez bizim finansal ve sermaye piyasalarımız batı ülkeleri kadar gelişmiş değil, regüle ediliyor ancak geçmiş zamanlarda sermaye piyasalarında yaşanan tatsız tecrübeler de oldu. Hanehalkı olarak ister istemez paranızın değerini korumaya çalışıyorsunuz. Neyle koruyacaksınız? Altın alıyorsunuz, döviz alıyorsunuz, araba, konut alıyorsunuz. İnsanların tasarruflarını yönlendirecek, batı ülkelerindeki kadar çeşitli sermaye araçları maalesef ki yok. Bu son bir yıl içerisinde birçok küçük yatırımcı için yeni hisse senedi hesabı açıldı. Bu da çok tehlikeli bir olay olabilir, bu yatırımların uzun vadeli yatırımlar olması gerek. İnsanlar paramızı yatıralım, 3 ayda 5 ayda %20, %30 kar alalım düşüncesinde ancak böyle bir şey yok. Yatırım, sabır isteyen, çalışma ve temel analiz gerektiren bir husustur. Herkes kısa vadede zengin olmak ister, bunda bir sorun yok. Dünyanın diğer yerlerindeki insanlar da böyle ister ancak onların sistemi buna müsaade etmiyor çünkü sistem öyle kurulmamış, onların sistemleri finanslarını koruyor. Abartılı hareketlerin yaşanmasının önüne geçiyor.
Y.B- 20 yıllık ticaret hayatınızı mukayese ettiğinizde Talip Kuriş bir şirketi nasıl yönetir, mevcut prensipleriniz var mı?
T.K- Bir yönetici olarak personellerimin beni sevdiğini düşünüyorum. Hayatımın hiçbir evresinde bağıran, çağıran bir patron olmadım. Hiçbir durumda da bağıran çağıran bir yönetici olunması gerektiğine inanmıyorum. Hizmet sektöründeyiz. Otomotiv grubu dahil yaklaşık 350 kişi istihdam ediyoruz. Ülkemizde otomotiv çok revaçta, bizde ya mal yok ya da mal çok, normal bir satış yapamıyoruz. İkinci el piyasasındaki bu ani çıkış elbette geri gidecek. Pandemi sürecinde bütün markalar üretim sürecinde hizmetlerini kapadılar dolayısıyla üretim durdu. Haziran Ayı'nın başında yasaklar kalktı, bununla beraber hükümetin faiz politikası devreye girdi. İnsanlar uzun süre evlerinde kaldığı için toplu taşımaya binmek istemediler. Herkes bir araba talep eder hale geldi, maalesef ki piyasada araç da yoktu ancak bu durum çok kısa sürecek bir şeydi, nitekim öyle oldu. Şu an bütün markalarda istemediğimiz kadar araba var, piyasa normal seyrine buldu. Aşağı yukarı %6-7 civarında ikinci el piyasası geri geldi.
Y.B- İşletmeyi yönetirken olmazsa olmazlarınız nelerdir?
T.K- Bir işletmeyi yönetirken bütçe yaparım. Ayağımı yorganıma göre uzatırım. Ülkemizin dinamikleri var, bu ülkede insanlar ya çok iyimser ya da çok karamsar. 10 TL sermayem varsa 15 liralık bilemedin, 20 liralık bir iş yaparım. Hayatımda hiçbir zaman 10 liralık sermayeyle 50 liralık bir iş yapmadım. Piyasamız dış etkilere oldukça açık, tasarruf eksiğine sahip bir ülkeyiz. Bu anlamda da ekonomimiz dünyayla entegre, dünyada ne oluyorsa bizim piyasalarımızı aynen yansıyor. Dışa kapalı bir ekonomiye sahip değiliz. Spekülasyon aslında kötü bir şey değil. Kapitalist sistemin olmazsa olmazı spekülasyondur, yanlış ve zararlı olan manipülasyon yapmaktır.
Y.B- Üniversite mezunu arkadaşlarımız KPSS sınavını kazanıp devlet memur olmak istiyorlar. Dünya piyasalarını bilen biri olarak, müstakil hareket etme, girişimci olma ve risk alma konusunda gençlere ne tür tavsiyeler verebilirsiniz?
T.K- Yeni nesil kendi yolunu, kendi çözümünü buluyor. Gençlerin tasvip etmediğim birtakım tercihleri oluyor ancak onların dünyaları farklı, onlar cep telefonlarıyla, yüksek teknolojiyle büyüdü. Memur olma kısmına gelince de gençler üniversitelere gidiyor, mezun oluyorlar. Öğrencilerin devlete girme mecburiyeti istemelerinin de altında bazı nedenler var. Bizim ülke olarak bu nedenleri bertaraf edip onlara, kendi eğitim alanlarında iş imkanları sunmamız, yol göstermemiz gerekli. Aksi takdirde mühendis biri gidip devlette çalışayım der mi? Herkes mühendis, doktor olacak diye bir şey yok. Ülkemizin meslek sahibi ara eleman ihtiyacı da çok fazla. Herkes müteşebbis olacak diye bir şey yok, bu seferde bir müteşebbis enflasyonu olur. Gençlerden şunu yapmalarını rica ediyorum, belki çok klişe ama mutlaka İngilizce öğrenmeleri gerekli. 20 yıl önce İngilizce bilmek artıydı ancak bugünkü dünyada İngilizce öğrenmek şart. Gençler ne iş yapıyorlarsa en iyi şekilde yapmaya çalışsınlar, taklitten kaçınıp, yaratıcı olmaya çalışsınlar.
Y.B- Finansın dijital ortama kaydığı neredeyse kağıt paraya hiç dokunmadan bütün finansal hareketleri yaptığımız bir dönemdeyiz, uluslararası piyasalarla Türkiye'yi mukayese ettiğimizde biz bu hareketin biraz gerisinde mi kaldık, geleceğe dönük bir öngörünüz var mı?
T.K- Dünyada 100 yılda 200 yılda oluşan bir hal yaşıyor açıkçası 5-10 yıl sonra ne olacak diye bir öngörüde bulunamıyorum. Bu konu hakkında birtakım makaleler okuyorum. Bazıları çok uçuk fikirler beyan ediyor ancak kesin bir kanıya varamıyorum. Artificial intelligence'nin (Yapay zeka) dünyamızı nasıl etkileyeceğini kestiremiyorum. Belki de öyle bir şey olacak ki; 10 yıl sonra hükümetler siz 20 yaşına kadar çalışın, 40 yaşında ben sizi emekli edeceğim, 45 yaşından sonra size paranızı düzenli ödeyeceğim artık çalışmayacaksınız. Bu robot teknolojisinin üretkenliği ve insan yaşamına uygunluğunun ne getireceğini tahmin edemiyorum. Ancak şunu biliyorum ki inanılmaz hızlı ilerleyen bir gelişme ve tematik fikirler var. 2035'te otururken kafandan bir şey geçecek, market buzdolabında neyin eksik olduğunu mesajı atacak. Nasıl bir evrim geçirilecek bilmiyorum, aynı şekilde otomotiv sektöründe de aynen böyle olacağını düşünüyorum.
Y.B- Ne sürede meydana geleceğini bilmiyoruz ancak dünyada epey değişiklik olacağının farkındayız biz ne yaparsak bu değişikliklerin ötesinde kalmayız ve bu değişiklikleri yapabiliriz bu anlamda nasıl bir tavır sergilemeliyiz?
T.K- Dünyadaki yenilikleri yakalayabilmemiz 1-2 sene gibi kısa sürelerde halledilecek bir mesele değil. Bir değişiklik yapmamız gerekiyorsa bunun en köklü değişiklikler halinde yapılması gerekir ve eğitimle birlikte başlaması lazım. Araştırma yapacağız, insanlar liberal ortamlarda kendilerini ifade edebilecek. Tüm bunları gençler yapacak ancak gençlerin bunu yapabilmesi için tüm kaynaklara ulaşabiliyor olması lazım. Gençlere alan açıp özgürlük tanımamız gerek. Her türlü farklı görüşü dinlemek ve bizi ileriye taşıyacak fikirlere imkan sunulması, ileri görüşlü insanların dikkate alınması bizi çok öteye götürecektir. Yakın bir arkadaşımın kızı bu sene Robert Koleji'nden mezun oluyor, çok başarılı bir kız. Amerika'daki Matematik Yarışmalarına katılmış ilk 100 kişinin olduğu bir liste gösterdi. Bu listedeki 100 kişiden 70'i Çinliydi. Biz de bu listeye 20-30 tane Türk ismi sokabildiğimizde, ileri teknolojide diğer ülkelerle rekabet edebiliriz. Ticari anlamda ilerlemenin şu şekilde olacağına inanıyorum; dünyada mukayeseli üstünlük denilen bir kavram var, bizim de başka ülkelere üstünlük sağlayabileceğimiz alanlar var. Her şeyi yapmak yerine üstün olduğumuz alanlara odaklanmalıyız. Bu alanlar turizm olabilir, çok iyi oteller, yollar yapılabilir ya da bu alan tarım da olabilir ancak ben aynı zamanda hem turizm, tarım, hem de sanayi yapacağım dendiğinde odaklanma sorunu doğacaktır. Bu söylediklerim tamamen kaynak meselesi, konsantrasyon alanlarının da ne olduğunu çok iyi bilmiyorum, hükümet daha iyi biliyordur, dolayısıyla bu alanlara yönelmek lazım.
Y.B- Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanlığını yürütüyorsunuz, başkanlık nasıl gidiyor?
T.K- Başkanlık çok güzel gidiyor, keyif alıyorum. Nisan 2018'den bu yana başkanlığım devam ediyor. 2009 yılında meclis üyesiydim, bir dönem ara verdim. 2018'de tekrar meclis üyesi oldum sonra meclis üyesi arkadaşlarımın teveccühleriyle de meclis başkanı oldum. Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası, Sakarya'nın en büyük ve en güçlü sivil toplum kuruluşu aynı zamanda iyi bir okul. Oranın bir parçası olduğum için çok memnunum. Sakarya'da olmak, Sakarya ile ilgili faaliyetlerin içerisinde bulunmak çok önemli, burada doğup büyüyen bütün insanlar bunu hissediyor ancak ben özellikle genç arkadaşlarımıza şunu söylemek istiyorum. Bazen dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü zannediyoruz, böyle bir şey yok. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor, kimi zaman çok yapay kalabiliyoruz, gezmek, görmek lazım. Karşılıklı toleransımızı ancak bu şekilde artırabileceğimize inanıyorum. Her zaman genç arkadaşlara şunu tavsiye ediyorum; çıksınlar, 5-10 sene nerede, ne yapacaklarsa yapsınlar, daha sonra tercihleri buraya dönmekse dönsünler, dönmeyeceklerse ülkemizi dünyanın her yerinde en iyi şekilde temsil etsinler. Çok büyük bütçelere gerek yok. Üniversite eğitiminden sonra ya da daha ileride, bir şekilde, dünyanın bir tarafına gitsinler ve bilgi ve becerilerini artırsınlar. Son olarak gençler konfor alanlarından çıksın. Bu sayede dünyayı, kendi rutini dışındaki olayları gördüklerinde, insanları daha iyi anlayabilecek, global ve mantıklı düşünebilecek, karşılaştırma yapabiliyor olacaklar.
Y.B- Sayın Başkanım çok teşekkür ederiz.
T.K- Ben teşekkür ederim.