Yahya Bakır: Prof. Dr. Mehmet Sarıbıyık'ın çocukluk ve gençlik yıllarını nasıldı?

Mehmet Sarıbıyık: Çocukluk ve gençlik yıllarım zorluklarla geçti. 1968 yılında Kahramanmaraş'ın Andırın ilçesinin Başdoğan köyünde doğdum. Köy yıllarını anımsadığımda aklıma ilk gelen, köyde hayatın hava aydınlandığında başladığı ve hava kararınca bittiğidir. Köyde yaşam; insanlar yürümeye başladıklarında çalışmaya başlar ve ölene kadar da çalışmaya devam ederler. İlkokulu Başdoğan köyünde okudum. İlkokulda ağaç altlarında dersler gördüm. Meşe ağacının altında, gövdesine karatahta dayalı ve önünde sıraların olduğu bir sınıfta eğitim gördüm. Sabahları hayvanları otlatmaya çıkardıktan sonra okula gittiğimi ve annemin yarı yola kadar çantamı getirdiğini hatırlıyorum.

Y.B- İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula devam etme süreciniz nasıl gerçekleşti?

M.S- İlkokulu bitirdikten sonra eğer okumaya devam edecekseniz mutlaka köyden gitmeniz gerekiyor. Köyde ortaokul ve lise yok. Ortaokulu okumak için Adana'nın Kadirli ilçesine gittim. Ortaokulu teyzemlerin yanında kalarak okudum. Eskiden gönüller geniş, evler dardı; şimdi evler genişledi, gönüller daraldı. Tek odalı ev dahi olsa okumak için teyzemizin evinde kalabiliyorduk. Şimdi herkesin 3-5 odalı evleri olmasına rağmen kimsenin kimseye tahammülü yok. Çalışmaya alışıktım. Ortaokulda da çalışarak okudum. 12 yaşında öğleye kadar kafamın üzerinde taşıdığım sinide tatlı ve simit sattım. Bir anımı paylaşayım. Tatlı satarken sabahtan akşama kadar sokakta dolaşıyordum bundan dolayı da sürekli ayakkabım eskiyordu. O dönem bir arkadaşımın ayağında bir ayakkabı gördüm, fiyatını sordum. Sattığım tatlı ve simitlerin parasıyla kendime aynı ayakkabıdan aldım. O ayakkabıyı alabildiğime o kadar mutlu olmuştum ki... Geriye döndüğümde bu anıları hüzünle hatırlıyorum çünkü hepsi çok zor günlerdi. Teyzem dahi olsa başka birinin yanında kalıyordum. Annemi, babamı, ailemi özlüyordum, her istediğimde yanlarına gidemiyordum. O zamanlar sık sık yastığımın ıslandığını hatırlıyorum neticede küçücük bir çocuktum ve derdimi herkese anlatamıyordum.

Y.B- Eğitim hayatınız boyunca ailenizin desteği, fedakarlıkları oldu mu?

M.S- Rahmetli babam bana çok güvenirdi. Özellikle benim yapacağım işlerde onu hiçbir zaman mahcup etmeyeceğimi bilirdi. Babamın okur yazarlığı yoktu ancak feraset sahibi biriydi. İlim bir insanın gönlüne sadece okuyarak gelmez. Babamda Anadolu irfanı vardı. Bana güveni tam olduğu için karneme bile bakmazdı. 'Karnen zaten iyidir, oğlum. Sen gördüğün güzellerden anlat.' derdi. Aslında babam bilmeyerek de olsa bana iyilik ederdi. Bir öğrenciye derslerini sorduğunuzda öğrenci sizinle arasına duvar örüyor, içini açmıyor bu anlamda dikkat etmemiz gerek. Eğitimden önce hal ve ahval önemlidir. Gönülden gönüle giden yol kurmak ve daima o yolu açık tutabilmek daha kıymetlidir. Çoğu zaman Yüksek Lisans öğrencilerim, bana; 'Hocam! Biz, sizin dersinize çalışmamaya utanıyoruz. Siz o kadar çaba gösteriyor, o kadar özverili davranıyorsunuz ki, biz düşük not almaktan utanıyoruz.' diyorlardı.

Y.B- Lise öğreniminizde ilkokul ve ortaokulda yıllarınız gibi miydi?

M.S- O dönemde bizim için hayal olan yatılı öğretmen okullari karşımıza çıktı. Kalacak yer sıkıntımız öğrenim hayatımız boyunca hep önümüzde bir engeldi. Yatılı okul sınavlarına girdim. Kuzenim öğretmedi. Onunda yönlendirmesiyle yedekten Meslek Lisesini kazandım. Bizim zamanımızda Meslek Liselerine bakış şu şekildeydi; çocuk meslek lisesine gitsin, okuyabilirse devam eder, ilerler, okumazsa da en azından bir mesleği olur. Hem bir meslek sahibi olacaktık hem de eğer okuma imkanımız olursa da önümüz açık olacaktı. Dostlarımızın tavsiyesi ile İslam'a Hizmet Vakfı'nın yurduna yerleştim. Hayatımda bir kırılma noktası da orada gerçekleşti. Artık rahat etmeye başlamıştım. Hem mesleki hem de dini alt yapımı burada kazandım. Beni iyiye yönlendiren büyüklerim vardı. 12 Eylül sonrasında çok değişik insanlarla tanışma fırsatım oldu. Tanıştığım, dinlediğim insanların bakış açılarından, tartışmalarından, istişarelerinden geleceğe yönelik büyük kazanımlar elde ettim.

Y.B- Üniversite eğitimi almak için Ankara'ya gidişiniz nasıl oldu?

M.S- Liseyi bitirdikten sonra ya köye dönecektim ya da bir fedakarlık daha yapıp yola devam edecektim. O zamanki adıyla Akyem şimdiki adıyla Beyza Piliç, binlerce insana imkan sağlayan, burs veren, bu tip faaliyetlere destek veren bir işletmeydi. Lise sonrasında dershaneye gidiyordum aynı zamanda Akyem'de işe başladım. 1986 yılında üniversite sınavına girdim. Gazi Üniversitesi'ni kazandım ancak o yaz babam rahmetli oldu. Önümde iki seçenek vardı ya çalıştığım işte kalıp çalışma hayatına devam edecek, kardeşlerimi okutacaktım ya da üniversite eğitimim için Ankara'ya gidecektim. Çalıştığım fabrikanın muhasebe müdürü Sıtkı Cengil beyle görüştüm. Ona, 'Abi ben işte mi kalayım yoksa okula mı gideyim?' diye sordum. Sıtkı abi bana, 'Yarın senin çıkışını veriyorum, doğru okula gidiyorsun.' dedi. Bana, zaten iş bulmuşsun, çalışmaya devam et, kardeşlerine yardımcı ol, diyebilirdi ancak okumamı istedi. Ben de onun sözü üzerine üniversiteye gittim.

Y.B- Üniversite sonrası öğretmenlik sürecinizi anlatır mısınız?

M.S- Eskişehir'de 3 yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Arada askerlik dönemin de var. Askerliğimi yedek subay olarak yaptım. Askerde derslere giriyordum. Hiyerarşik bir yapı vardı. Teğmenlere, asteğmenlere, subaylara ders anlatmak çok zordu. Ben her zaman yaptığım işi önemseyerek yapıyorum, bir derse girdiğimde o dersi hakkıyla vermezsem rahatsız olurum. Nerede olursa olsun bu asla değişmez.

Y.B- Yüksek Lisans ve Doktora serüveniniz nasıldı?

O dönemde Gazi Üniversitesi Dekan Yardımcılığı görevi yapan Ali Uyarel'den bir haber aldım. 'Mehmet okulu bitirdi, gitti. Yüksek Lisans ve Doktorayla ilgili kısımda bir şey yapmadı.' demiş. 'Yurtdışına Yüksek Lisans ve Doktora yapmak üzere öğrenci gönderilecek buna müracaat etsin!' sözü bana Ali Abi'den gelince normal şartlarda böyle bir düşüncem olmamasına rağmen müracaatımı yaptım. Sınava girdim ve Sakarya Üniversitesi adına yurtdışında Yükseklisans ve Doktora yapmayı 1993 yılında kazandım. İngilizce öğrenmek için bir temel eğitimi aldım. Yurtdışına çıkışına ilgili maceralarım başladım. Hem İngiltere hem Amerika'dan kabul mektubum vardı, ikisi arasında bir seçim yapacaktım. İngiltere'yi seçtim. Hiçbir torpilim yoktu. Müracaat etmekle ilgili bir düşüncem de yoktu. Tamamen kaderin yönlendirmesiyle müracaatı gerçekleştirdim, sınavda başarılı oldum, bu şekilde de akademik camianın içerisine girdim. Sakarya Üniversitesi'nin akademik kadrosunda öğretim elemanı oldum.

Y.B- Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi sürecinde, yurtdışında çektiğiniz zorlukları, anılarınızı anlatır mısınız?

M.S- Yurtdışına giderken bilim sınavına girdim ancak İngilizce bilmiyordum. 3 ay İngilizce kursu aldım ama yeterli değildi. Oraya gittiğimde İngilizceyle ilgili sıkıntılar çektim. Daha havaalanında sıkıntılarım başladı. Newcastle'ye vardığımda artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi fark ettim. Şu anda TÜBİTAK Başkanı Hasan Mandal hocamız o dönemde orada çalışıyordu, bize destekleri çok oldu. İngiltere'de 6,5 sene kaldım. 6 ay dil eğitimi, 2 yıl Yüksek Lisans sonra 4 yıl Doktora yaptım. Yüksek Lisans ve dil eğitimi sırasında çok fazla zorlanmadım ancak Doktora eğitimim çok sıkıntılıydı. İngiltere'de doktora yapmak, Türkiye'ye göre çok daha zor. Hocalarımız sınavda yanımızda değildi. Türkiye'de hocalar sınavda öğrencilerin yanında oluyor. Burslar kesildi, pasaport süreleri uzamıyor, görevlendirmeler gelmiyor, aile bir yandan, çocuklar bir yandan Türkiye'deki üniversite zorluyor. 28 Şubat sürecinde burslar kesilince çalışmak zorunda kaldım, evin kirası vardı. Pizza dükkanında çalışmaya başladım. 12 saat çalışıyordum. Bir yandan da Doktora'yı bitirmek zorundaydım. İngiltereye senet imzalayıp gitmiştim. Gece yarılarında okula gidip bilgisayarda ders çalışıyordum. 3 gün çalışıyor geri kalan da okula gidiyordum ancak çalışma saatlerimin yoğunluğundan dolayı okuldan istediğin verimi alamıyordum. Hocam dahi çok yorgun gözüktüğümü söylüyordu. Yaşadığım hiçbir şeyi aileme yansıtmadım. Döndükten sonra çektiğim sıkıntıları abime anlattım ve abim bana, 'Neden bize söylemedin, koyunları satar parasını gönderirdim.' Dedi. Abim bütün koyunlarını satsa dahi benim İngiltere'deki 2 ayımı karşılayabilirdi. Yinede bunu söylemesi, düşünmesi benim için çok daha kıymetliydi. Buraya döndükten sonra çoğu kez öğrencilerime ve hocalarıma; bir öğrencinin yurtdışına gidip gelmesi sizin burada iki saatlik bir ders vermenizden daha ileride. Başka bir şehre gitmek, orayı görüp geri gelmek ufuk açma konusunda oldukça önemli, diyordum.

Y.B- Ülkemizde dil öğrenmekle ilgili büyük sıkıntılar var, diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda bizim dil öğretme konusunda neleri eksik yaptığımızı düşünüyorsunuz?

Y.B- Genetik olarak dil öğrenmeye yatkın bir millet olmadığımız söyleniyor, belki de bu bir kaçış noktası olabilir. Dil öğrenmek, bir ihtiyaç meselesi kişi bunun bir ihtiyaç olduğunu hissettiğinde dil öğrenmek için harekete geçiyor. Örnek verirsek sahil kenarında satış yapan çocuklar satış yapacak kadar dil biliyorlar. Diğer bir yandan da bizim eğitim sistemimizden kaynaklı bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize haftada 10 kelime öğretsek yılda 500 küsur kelime eder, zaten dil 400-500 tane kelimeyle konuşuluyor. Biz ne yapıyoruz? İngilizce eğitim sisteminde birinci sınıfta en baştan başlıyoruz sene sonuna kadar en zor kısma kadar geliyoruz. Bu kadar yüklemeyi bünye kabul etmiyor ve hiçbir şey öğrenmemiş oluyoruz. Önümüzdeki yıl tekrar baştan başlıyoruz.

Y.B- Eğitim hayatınızda edindiğiniz tecrübelere dayanarak Newcastle'daki eğitim sistemi ile bizim sistemimizi karşılaştıracak olursanız neler söylersiniz?

M.S- Şöyle bir hatıramla anlatayım; Bir gün Doktora danışma hocamla görüşme esnasında bana bir kuraldan bahsetti. Fizikte bahsedilen bir kuralla ilgiliydi. O sırada bu kuralı hatırlamadım ve hocaya baktım. Bana, 'Bu konuyu bilmiyorsan git. Lise 2'nin konusu oradan bak.' dedi. Gel, ben sana burada anlatayım, demedi. Basamaklar şeklinde eğitimi doğru bir şekilde kurgulamamız gerekir. Kısacası ilkokulu bitiren bir öğrencinin neleri bilmesi gerekiyorsa, liseyi bitirenin neleri bilmesi gerekiyorsa öğrenim kazanımlarını bizim net bir şekilde tanımlamamız ve oraya kadar öğrencinin gelip gelmediğini bilmemiz gerekir. Orada öğrenci her dönemin sonunda belli bir konuyla ilgili sunum hazırlıyor, bu sunumu hocasına, sınıftaki arkadaşlarına hitabet kabiliyeti de dahil, konu hakimiyetine kadar aktarıyor. Bizim ülkemizde hocayı çalıştırıyorlar, yurtdışında öğrenci kendi çalışıyor. Hocaların öğrencileri çalıştırmaları gerek. Hocaların görevi öğrencilere yol gösterici olmalı, onları yönlendirmek, şunları şunları yap, getir, tartışalım şeklinde olmalıdır. Öğrenmenin en iyi yolu başkasına anlatmak ve öğretmektir. Eğer kalıcı bilgi edinmek istiyorsak kişinin bu bilgiyi kendisinin öğrenmesi, eksiklerini hocayla tamamlaması ve de hocanın yol göstermesine razı olmalıyız. Ben kendi derslerimde de bir konuyu bir grup öğrenciye anlatırıyorum sene sonunda bitirme tezi projeleri yaparken alanla ilgili birkaç cümle beklediğimizde öğrenci kendi yapmış olduğu sunumda geçen cümleleri söylüyor.

Y.B- Üniversite okurken Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Rektörü olacağınız aklınızdan geçer miydi, böyle bir hayaliniz var mıydı?

M.S- İşin doğrusu hiç böyle bir hayalim olmadı. 28 Şubat sürecinde İngiltere'nin 5 yıldızlı üniversitelerinden birinde İnşaat Mühendisliği mezunu ve Türkiye'ye döndüğümde 3 yıl görev alamamış biriyim. 2002 yılında hoca sıkıntılarının olduğu olduğu dönemde Türkiye'ye geldim ve Yardımcı Doçent olamadım. Asistan olarak çalıştım. Öyle bir ortamda değil yönetici olmak kadro dahi alamadık. Hiçbir zaman şunları şunları yapayım ve şu noktaya geleyim diye bir hayalim olmadı. Odaklandığım nokta, her zaman üzerime aldığım bir sorumlulu en iyi şekilde yerine getirmek oldu. Sakarya Üniversitesi'nde 2004 yılından beri yöneticilik yapıyorum. 10 yıla yakın Dekan Yardımcılığı daha sonra müdürlük ardından tekrar aynı okulda Dekanlık yaptım, daha sonra rektörlük görevine geldim.

Y.B- Teknolojinin hem eğitiminin hem yöneticiliğininde bulunuyorsunuz, teknolojide büyük ölçüde bizi yukarıya taşıyacak olgulardan biri yüksek teknoloji içeren sistemler konusunda biraz daha çaba mı sarf etmeli miyiz?

M.S- Bu anlamda üniversitenin temel rollerine bakılmalı. Bunları eğitim, öğretim, araştırma, geliştirme, topluma hizmet şeklinde sınıflandırabiliriz. Eğitim ve öğretimle ilgili kısma baktığımızda da ana görevlerden bir tanesi topluma nitelikli insan yetiştirmektir. Burada şunu sorgulamamız gerek, yetiştirdiğimiz insanlar gerçek manada sektörün ihtiyacına cevap verebilecek ya da sektörün aradığı nitelikte insanlar mı? Bu soruyu iyi sorgulamamız gerekir, eğitim ve öğretim metodunu buna göre dizayn edilmeli. Öğrenciyi bir dönem boyunca iş yerine göndererek aslında eğitimle öğretimle ilgili açıklarımızı gidermeye çalışıyoruz. Sektörün istediği nitelikteki insanları, sektörle birlikte yetiştirmeye çalışıyoruz. Diğer bir hususta araştırma geliştirme faaliyetleridir, burada akademisyenlerin ana görevlerinden bir tanesi ARGE yapmaktır. Türkiye'de ve dünyada üretim ve yapılmış ARGE'ler arasında ciddi bir makas var, birbirlerine yakın değiller ve örtüşmüyorlar. Birbirlerini karşılamadıkları için de akademisyen bu manada çelişkiye düşüyor. Dünyadaki gelişmelere yönelik yayın yapmazlarsa Doçent ve Prof olamıyorlar, sektörün ihtiyacı niteliğindeki çalışmaları yaptığında da akademisyen olamıyorlar bu anlamda bir tercih yapmak zorunda kaldıklarında akademisyenlik kısmını seçiyorlar ve uygulanamaz bir araştırma geliştirmeye geçiyorlar, bu sefer de yapmış olduğu çalışmalar üretime dönüşmüyor. Biz de tam olarak şuna önem veriyoruz, yapılmış çalışmaların üretime dönebilecek nitelikte çalışmalar olmasıyla alakalı bir misyon belirledik. Bizim Yüksek Lisans ya da Doktora hocalarımızın yapmış olduğu çalışmalar üretime dönebilecek nitelikte olsun ya da bir sorunu ortadan kaldırabilecek şekilde olsun istiyoruz.

Y.B- Alanında iyi insanların belli başlı projelere, çalışmalara danışmanlık etmelerinin bizi başarıya götüreceğini düşünüyor musunuz?

M.S- Bu şekilde çalışan birçok hocamız var, alanında iyi insanların danışman olması ve danışmanlıkla ilgili olan kısımları iyi işlemesi gerekiyor. Burada şu şekilde problemlerle karşılaşıyoruz. Sanayici, hocaya para bende, sanayi işi bende hoca bana gelsin diyor; hoca da ilim bende, bilim bende sanayici bana gelsin, diyor. Bu aradaki çelişkiyi kırmaya çalışıyoruz. Özellikle 3 + 1 ve 7 + 1 uygulamalarında görünmeyen planımız hocanın sektörle iş birliğiydi, bunu büyük anlamda gerçekleştiriyoruz. Tüm birimlerimizde bu sistemi uyguluyoruz. Hocalarımızın sahaya inmesi ile ilgili kısımda ana basamağı bu oluşturuyor, onlarca hocamız sanayide danışmanlık yapıyor, ortak projeler yürütüyor. Geçen yıl Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden aldığımız topluma hizmet ödülü, hocalarımızın ürettiği kanser tedavisinde kullanılacak cihaz, damar görüntülemeyle ilgili cihazlar gibi bir takım akademik çalışmalar gerçekleştiren hocalarımız yine aynı şekilde bu sene yarışmaya girdiğimiz elektrikli arabanın motorunu kendi hocamız üretti. Hocamız yüksek verimli bir motor üretti çünkü oradaki yarışma enerji üzerinde verimlilikle ilgili bir yarışmaydı. Kendi hocamızın ürettiği bir motorla kendi Öğrencilerimizin yaptığı arabayla TÜBİTAK'ın yarışmasında üçüncü olduk. İstanbul'da yapılan yarışmada ikinci olduk fırsat verildiğinde hocalarımız da öğrencilerimizde üzerine düşeni yapar. İnsansız hava yarışlarında ilk beşe giren öğrencilerimiz var.

Y.B- Bir şehrin gelişmesine kültürüne sanatına danışmanlıklar da bulunduğunuz daha sonra akademik bir bakış açısına sahipsiniz sizin şehrimiz adına önerileriniz var mı?

M.S- 5 yıla yakın bir süre teknik işlerle ilgili olan kısımlarda danışmanlık yaptım. Şehirle ilgili bir çok projede hem bilgimiz hem de katkımız oldu. Belediyeyle ilgili ilk çalışmaya çark ile başladım. Tarihi çarkın danışmanıydım. Şehirde Çark Mesire, Çark Caddesi, Çark Deresi vardı ancak çarkın kendisi yoktu. Bu projedeki kararlı duruşumuz belki de bizim belediyenin içerisindeki bir takım projelerde olma ihtiyacını ortaya koydu. Karasudaki ve Kocaeli'deki kadınlar plajının projelerinde bizzat tüm aşamalarında, bulundum ilçelerde yapılmış olan gençlik merkezleri projelerini tamamında teknik ekiple birlikte çalıştım. Sakarya'daki kavşakların dizaynında, kavşak sorunu ortadan kaldırılmasında teknik ekibimizle birlikte çalıştık. Şehirle ilgili benim ısrarla söyledigim, nehirle şehri birleştirmek dünyanın neresine giderseniz gidin şehirler daima nehrin etrafındadır ve nehirden faydalanır bizim şehrimiz Sakarya Nehri'nden uzak kalıyor bu sorunla ilgili geliştirilen projeler var. Bu projelerin hayata geçmesi gerekiyor. Gar meydanı ve garın olduğu kısmı tamamen halka hizmet edecek hale dönüştürülmesisi ile ilgili projeler vardı, bu çalışmalar hayata geçirilebilir. Şehrimizde şehir hafızasını oluşturabilecek bir şehir müzesi yok, farklı mahalle isimlerimiz var, bunların ne anlama geldiğini, ne ifade ettiğini belirten bir müzenin oluşturulması şehre katkı sağlar. Karadeniz'de Pedal Çevir Projesi'nin yurtdışından dört ülkeyle, üniversite de büyükşehirle biz ortak proje yapıyoruz. Şehrin tanıtımına ve özellikle Karadeniz'e nehre dökülen bir şehir olarak bir sonraki etapta nehirle ilgili yürütülen projeler yapılabilir.

Y.B- Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi'nin ileriye dönük hedefleri nelerdir?

M.S- Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi isim olarak yeni olsa da köklü Fakülteler ve Yüksekokullara sahip bir üniversiteyiz. Bunların içerisinde Sakarya Meslek Yüksek okulu 1974'ten beri faal bir okul. Bizim üniversitemize İTÜ'nün torunu diyebiliriz. Üniversitemizdeki temel amacımız bilgi beceri ile birleştirmektir ve bu anlamda yapmış olduğumuz çalışmaları özellikle uygulama becerisine sahip insan yetiştirmeyi ve uygulanabilir AR-GE yapmayı hedeflediğimiz için çalışmalarımızı hep bu yönde ilerletiyoruz. 3+1 ve 7+1 modelini bizden alıp uygulayan birçok üniversite var. Bu sistemi de en iyi uygulayan bizim üniversitemizdir. 100'e yakın milli sporcusu olan Spor Bilimleri Fakültesi'ne sahibiz. Lisansüstünde de sektörle birlikte yapılan çalışmaları ders yerine sayan bir üniversiteyiz. Öğrenci hem ders yapıyor hem pratik yapıyor. Hatta dersi sektöre, hocayı sektörün içerisine gönderiyoruz. Temel hedefimiz öğrenci mezun olduktan sonra meslek sahibi olabilmesi, sahayı görüp nelerle karşılaşabileceğini bilmesi, hangi alanda ilerlemesi gerektiğini anlaması, okulu bitirdiğinde de işinin hazır olmasını arzuluyoruz. Hali hazırda yeni kurulan birçok bölümümüz var, bu bölümleri kurarken şehrin, hatta bu ülkenin neye ihtiyacı var bakıyoruz buna yönelik bölümler açıyoruz. Mesela ben bu şehirde Ziraat Fakültesi'nin, Veteriner Fakültesi'nin olması gerektiğini söylüyorum. Bu şehirde sanayi, turizm, tarım var. Bunların hepsine yönelik çalışmalar yapılmalı. Şehrin ve bölgenin ihtiyaçlarına yönelik olarak çalışmalarımız devam ettireceğiz. Temel hedefimiz nitelikli insan yetiştirmek insanların emeklerini zayi olmasın önüne geçmek. Ara eleman dediğimiz makinenin başında bizzat çalışan insanları yetiştirmemiz gerek. Bilgiden pazara giden geniş yolu en iyi şekilde doldurmamız lazım.

Y.B- Hocam çok teşekkür ederiz.

M.S- Ben teşekkür ederim.