Hükümet öyle bir yola girdi ki; geri dönüşü yok!

Açılımdan söz ediyorum. Son nokta "Akil İnsanlar"geziyor.

Sürecin sonunda hedeflenenin ne olduğunu net olarak saptamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Türkiye kamuoyunda ve medyada yaygın kanısı, sürecin sonunda Kürt sorununun çözümü olduğu yönünde...

Ancak bu çözüm düşüncesinin içinin biraz daha doldurulması gerekiyor. Ne var ki siyasi baskının egemen olduğu ülkelerde çatışmaların çözülmesi, aynı zaman da rejimin de çözülmesi anlamına gelir. Bu nedenle Kürt sorununun çözümü, sadece Kürt sorununun dönüşmesiyle kısıtlı kalmıyor. Türkiye’deki baskı rejiminin de dönüşmesi anlamına geliyor.

Kürtlerin ayrımcılığa uğradıklarını hissetmeleri, kimlik haklarının yeterince yerine getirilmediği düşüncesi, Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki ekonomik ve kurumsal gerginlik... Bunun yanında Türklerin son 100-150 yıldır sürekli küçülmüş bir imparatorluğun mirasçısı siyasi kültüre sahip olmaları ve Türkiye topraklarını son sığınak gibi hissetmeleri ve çok kuvvetli bir bölünme paranoyasına sahip olmaları...

O halde burada önemli olan bu sorunun varlığını bilmek ve bu varlığı kabul etmek... Sorunu her iki halk açısından da yönetilebilir ve çözülebilir sınırlar içine çekebilmektir. Bazı büyük sorunlar vardır. Ancak zamanla çözülebilir. Kürt sorunu da böyle bir sorundur. Amaç, çözümü fazla geciktirmeden, fazla acıya ve kayba yol açmadan çözme iradesini ortaya çıkarmak, bu mahareti göstermek olmalıdır.

Geçmişte böyle denemeler olmuş ama bunların arkası gelmemiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 12 Ağustos 2005'te Diyarbakır'da şöyle konuşmuştu: "..illa ad koyalım diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abhaz olsun, Laz olsun, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur"

Ve davam etti Başbakan; "Kürt sorunu ne olacak diyenlere diyorum ki bu ülkenin Başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, anayasal düzen dâhilinde her sorunu, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de."

İşte bu yeni dönemin çözüm raporu sayılan bu laflar halkta büyük heyecan ve beklenti yarattı. Bu sözlerin ardından 4 yıl sonra Kürt Açılımı/Demokratik Açılım olarak geldi. Sonuç olarak Kürtlerle Türkler birçok bakımdan kaynaşmış ve iç içe geçmiş iki halktır. Bu beraberliğin bugün Kürtlerin, Türkiye'nin bütün bölgelerine yayılmalarının ve Türklerle evlenmelerinin ötesinde tarihsel boyutları vardır. Bu beraberlik iki taraflıdır.

Oysa yapılması gereken çok basit bir şey var. O da eşit temelde gerçek bir birliğin yolunu açmaktır. Kürtlerin de bu ülkenin sahipleri olduklarını hissetmelerine yardımcı olmaktır. Bilinmelidir ki Kürtlerin acıları büyüdükçe Türklerin yoksulluğu büyüyor, özgürlüğü kısıtlanıyor. O halde eğer ilerlemiş, müreffeh ve özgür olmanın yolu eşit temelde bir arada yaşamaktan geçiyorsa, bunun gerçekleştirmenin yolu sorunun değil çözümün bir parçası olmaktır.

Burada önemli olan çözüme endekslenmek, birbirini anlamak, empati yapmak ve çözüm için yönetenler üzerinde halklar olarak baskı kurmaktır. Böyle bir yapılanma ve çözüm, savaş kışkırtmalarını ve bunlardan rant sağlayanların heveslerini kursaklarında bırakacaktır.

Bir Kürt arkadaşımla aramızda geçen diyaloğu sizlerle paylaşmak istiyorum. Arkadaşımla hem soru soruyor, bu sorularla da onun düşüncelerini öğrenmek istiyordum. Ama bütün bunların yanında o anda biraz da tedirgin olduğumu belirtmek isterim. Bu tedirginlikle de lafa bir türlü başlayamıyordum.

Ağızdan çıkacak yanlış bir kelime ya da yanlış anlaşılma düşüncesi ile belli bir süre konuşacak kelime bulmakta zorlanmıştım. O zaman Sakarya'da Öcalan'a özgürlük mitinginin gerçekleştirileceği bir dönemdi. Arkadaşım doğudan iş amacı ile Sakarya'ya gelmiş ve burada gerek şivelerinden dolayı, gerekse Kürt olmalarından dolayı kendilerine yaklaşımların önyargılı olduğunu bana daha önce anlatmıştı.

Bende bunun üzerine arkadaşıma dedim ki; Sakaryalılar sıcakkanlı ve birbirine bağlı insanlardır. Sakarya'da millet kavramı vardır. 'Ne milletsiniz' sorusu her yerde sorulur. Sakaryalılar ön yargılı, İstanbullular ön yargısız diyemezsiniz. Bunu şehirlere göre sınıflandırılamaz. Genelleme yapılamaz. Her milletin iyisi ve kötüsü olduğu gibi, her şehirde de iyi ve kötü insanlar yaşar.

Muhabbetin devamını Kürt sorununa bağlamak istiyordum ve sonunda bağlayıp Kürt sorunu hakkında konuştuk. Karşılıklı düşüncelerimizi paylaştık. Ben muhabbete hızlı bir giriş yaptım ve '''Ne cesaretle Sakarya'da miting yapmaya cesaret edebiliyorlar. Ben din,dil,ırk ayrımı yapmam. Hepimiz Türk'üz. Karadenizliler Lazca konuşsun, Abhazalar Abhazca, Boşnaklar Boşnakça. O zaman nasıl anlaşabiliriz?

Bizim bir dilimiz var ve oda Türkçedir. Hepimiz Türk'üz. Her Kürt önce ben Türküm diyebilmeli... Benim için karşımdaki insanın karakteri önemlidir. Her milletin iyisi kötüsü vardır. Ama siz kendinizi bizden ayırıyorsunuz. Bunun sebebini de devletin doğuya yatırım yapmaması, halkın ezilmesini gündeme getiriyorsunuz.

Belki sizin açınızdan düşündüğümde, batıya bakıyorsunuz. İnsanlar güzel şartlarda hayatlarını sürüyorlar. Siz ise zor şartlar altında hayatınızı idame ettiriyorsunuz. Ama devletin suçunu masum Türk gençlerine mal edemezsiniz. Nasıl bir gözü karalıktır ki kendinizi öldürebiliyorsunuz. Bu 3 günlük dünyada bütün bu yaşananlara anlam veremiyorum'' dedim.

Arkadaşım da benimle okul yıllarından itibaren yaşadıklarını paylaştı. Doğuda korku içinde çok zor şartlar altında yaşadıklarını ve amaçlarının Kürdistan kurmak olmadığını anlattı. Okul yıllarında yurtta kalırken İngilizce müzik dinleyen bir arkadaşı, kendisine Kürtçe müziği kapatmasını söylemiş ve bu çok zoruna gitmiş.

Empati yaptım. Doğuda büyüseydim, dinlediğim şarkıya karışılsaydı, dilim yasaklansaydı, batıdaki gençleri görüp, kendi hayatıma baktığımda ne düşünürdüm? Sanıyorum haklarımın kısıtlandığını düşünebilirdim. Ama bunun karşılığı masum insanları öldürmek, dağlara çıkmak gibi düşünceler olmazdı.

Son zamanlarda terör olaylarının artması ve son yaşanan gelişmeler doğrultusunda artık Kürtlere önyargıyla yaklaşan bir kesimin olduğunu gözardı edemeyiz. Çözüm süreci ne kadar etkili olur onu da bilemiyorum. Bildiğim bir tek şey varsa oda barış ve gözyaşından uzak bir dünya istediğimdir...