33 yıl önce…

Yine bir Perşembe,

Yine bir 10 Kasım.

Mutlu İnsanlar Sokağındaki evimden okuluma gidiyorum.

Çok soğuktu hava çok soğuk…Annem eldivenlerimi bulamamıştı aceleyle biri kırmızı biri mavi geçirmişti elime. Çok kızmıştım anneme, sevmiyordum ben böyle biri başka biri başka. Babaanneme söylesem örer mi acaba dedim içimden. Bunun gibi iki parmaklı değil ayrı ayrı beş parmaklı hem de. Söyleyeyim de örsün. Sömestrede Ankara’ya gidince giydirir ellerime. Düşüncesi bile ısıtıyordu küçük parmaklarımı.

Okulumun yolu sarı yapraklarla dolu. Yapraklar yol boyu öbek öbek olmuş, onlarca çocuk ayaklarımızla bir sağa bir sola savuruyoruz yaprakları. Ayfer’le yürüyoruz. Arkada Ayşe, Esra, Arzu. Onlar da üşüyor ama onların eldivenleri tek renk. Kızıyorum anneme. Hem de böyle bir günde olacak şey mi ? Törende herkes ellerime bakacak şimdi. Köprü….Köprüyü görünce duruyoruz. Köprü tahtadan. Köprü sağlam değil. Tahtalar yağmurda kayar, karda buz tutar daha çok kayar. Üstelik derenin en derin tarafındaki tahtalar kopuktur, aşağıdan çağlayan suyu görürsünüz bakınca.

Herkes geçiyor, ben duruyorum. Geçemeyeceğim galiba. Arnavut Hasan, sadece altı ay sonra beyin kanamasından ölecek Bayram, hızlı okumada rakibim Nilüfer.Tek tek geçiyorlar tahta köprüden.Ben..Bir ben kaldım geride. Tören de başlar şimdi, kızar Gülsen Öğretmenim. Leblebi tozu satan amca var ileride ama onun da başı çok kalabalık seslensem de duymaz beni

Uzun uzun bakıyorum tahtalara, cesaretimi toplayıp tam atacak oluyorum adımımı başım dönüyor ahh düşüyorum işte. Buz gibi dereye süzülüyor bedenim. Saçlarım , eldivenlerim suya batıp çıkıyor. Kurbağalar, minik balıklar giriyor ağzıma, imdaatt diyemeden dibe çekiyor beni balçık. Hangi yosunu tutsam elimde kalıyor. İyice çekiyor su beni dibe en derine.

Ahh nerede o Hıdırellezde dereye düşen topları alan Boşnak çocuklar? Kimse benim farkımda değil, kimse boğulduğumu görmüyor. Gözlerim de batmadan suya, son kez bakıyorum okulun bahçesine. Bayrak…Al yıldızlı bayrak gönderde. Fabrikadan acı bir siren sesi geliyor yırtıyor sessizliği. Köprüdeki , yoldaki arabalar duruyor. Vagon’dan, Ziraat’ten, Şeker’den yükseliyor sirenler. Acı bir sessizlik, kornalar, saygı duruşunda yayalar. Bayrak yarıya iniyor usul usul. Ağlamaya başlıyorum. Ne acı diyorum. “Ata ile aynı gün aynı saatte ölmek varmış kaderimde… “

Ölmezsin! diyor bir ses. Açıyorum gözlerimi. Aaaa düşmemişim ki. Hayal görmüşüm sadece. Çok şükür!

Yorgun bir kadın sesini takip ederek, bu kadın sesinden güç alarak geçiyorum karşıya. Bir sese tutunuyorum.

Sen kimsin diyorum. -Ben Halime Çavuş diyor.

-Kahramanmaraş’ta savaştıydım, Mustafa Kemal’le karşılaştım, bana “sen üşümez misin” diye sordu.

-Eee sen ne dedin? diyorum,

“Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedim.

Benden ne istiyorsun diyorum, kulağıma fısıldıyor;

Vatanım sensin…

Atatürk öldü hem de yıllar önce, bak bu tören de onun için diyecek oluyorum vazgeçiyorum. Üzülmesin istiyorum. Eldivenleri bile yokmuş demek cephede. Eldivenlerimi görmesin diye ellerimi cebime sokuyorum.

* * *

Okul hemen şuracıkta ama varamıyorum bir türlü. Bitmeyen bir yol oluyor okul yolu. Törendeki arkadaşlarımı görüyorum, büste kasımpatı koyuyorlar ama onlar beni görmüyor.

O da ne…Kar…

İnce ince bir kar. Başımda döne döne yağan kar taneleri. Yürüyemediğim bacaklarım, atamadığım adımlarım. Bir çınara tutunuyorum. Kar daha da artıyor, tipiye dönüyor. Tören çoktan bitmiştir, Halit Ateş müdürümüz gezmiştir sınıfları, Gülsen Öğretmenim ödev kontrolü yapar. Ben neden yürüyemiyorum?

-Ahh başım ! diye inliyor bir kadın sesi.

-Sen de kimsin?

-Ben Makbule diyor, Gördesli Makbule. Ben de Milli Mücadelede Kocayayla baskınında başımdan vuruldum diyor.

Ama sen…dememe kalmıyor bir sancı giriyor beynime kurşun gibi. O da aynı şeyi söylüyor kulağıma;

Vatanım sensin…

Ayakta duramayacağım artık. Kardan bembeyaz mantom, saçlarım, yüzüm bembeyaz. Boğulmadım ama donacağım galiba diyorum içimden. Yazık bana.

-Donmazsın merak etme diyor bir başka ses. Ben donmadım sen de donmazsın !

-Benim ben diyor, Tayyar Rahmiye!

Ne soracak ne dudaklarımı kıpırdatacak takadim var. O sormadan anlatıyor zaten.

Fransızlara karşı Türk erleri duraksadı da “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” dedim de aha da böyle şehit oldum …diyor. O da fısıldıyor; Vatanım sensin…

Dayanacak gücüm yok. Her kar tanesi başka bir ses olup dönüyor etrafımda. Artık ne kar umrumda ne eldiven. Her ses ayrı bir hikaye fısıldıyor kulağıma;

-Ben Edip ,on iki yaşında şehit oldum…Vatanım sensin…

-Ben Nezahat, babamla beraber üç sene savaştım… Vatanım sensin…

-Ben de Şerife Bacı, Ankara yolunda donarak öldüm de yine de cephaneyi vermedim. Vatanım sensin…

-Ben Elif, öküzümün yerine koştum kendimi. Vatanım sensin…

Kadın seslerine erkek sesi karışıyor,

-Ben de Kerim! diyor . Adapazarlı Kambur Kerim. Hani Eskişehir’de zeybeklere silah taşıyan , beygirden düşüp yirmi gün zifte yatıp kambur çıkan Kerim.Nazım’a sor beni diyor…Vatanım sensin…

Nazım gülümsüyor posta treninin camından. Bir kırımızı gül atıyor vagonun penceresinden , gül geliyor yanağıma değiyor, dikeni kanatıyor dudağımı.Tam elime düşecek bir deli fırtına çıkıyor bir boran, gül döne döne karlarla beraber göğe çıkıyor.Değdiği her kar tanesi kıpkırmızı bir güle dönüşüyor. Kar değil gökten kan kırmızı gül yağıyor.

Aynı anda, tam da o anda Çanakkale’ye, Maraş’a, Samsun’a, Selanik’e Trablusgarp’a,İstanbul’a kan kırmızı gül yağıyor.

Anıtkabir’e bir gül düşüyor en alından …Bir tane nöbetteki erin saçına, bir tane ağlayan çocuğa, bir tane aslanlı yola.

O sabah Kamil Dedem de görmüş Çankaya’dan yağan gülleri .Babaannem o yüzden kırmızı başlamış eldivenlerimi hem de beş parmaklı…

Bir de o sabahın gecesi gece , o karlı 10 Kasım gecesinde ay ve yıldız birer kırmızı gül vermiş birbirlerine. Ankaralılar görmüş …Ay yıldıza demiş ki;

Vatanım sensin…

* * *

33 yıl sonra.

Bırakın yağan karı, fırtınayı, boranı aksine sımsıcak bir 10 Kasım Perşembesinde,

Sabah değil akşam dokuzu beş geçe…

Ülkelerine ve kendi geleceklerine dair tek bir kaygısı olmayan gençlere iyi akşamlar deyip tutarken evimin yolunu,

Gündüz mavi bir broş,

Gece siyah bir zümrüt gibi parlayan Sapanca’dan geçerken

Lodostan çatlayan başım, yüreğimde sirenler,

Gökyüzüne bakıyorum

Ay yıldız

Ve

Kırmızı bir gül.

Radyoda şarkı;

…Kırmızı Gülün Ali Var

Her Gün Ağlasam Yeri Var

Bugün Benim Efkarım Var

Bu Gönül Arz Eder Seni Seni…

Yine fısıltılar etrafımda,

Göl dağa sesleniyor, otobüs trene, çınarlar kestanelere, ayvalar narlara, anne çocuğa, Beşköprü Çark’a , Çark Sakarya’ya fısıldıyor,

Ben sana sen bana, fısıldıyoruz duyuyor musun?

Vatanım sensin…