“Pırıl pırıl soğuk bir Nisan günüydü ve saatler on üçü gösteriyordu…”

(It was a bright cold day in April and the clocks were striking thirteen… ) Bu cümle Orwell’in meşhur “1984 “isimli romanının giriş cümlesidir. Benim ne Orwell diye bir yazar ne de böyle bir roman olduğundan haberim vardı 84 yılında. 

84 baharında, babamın oturma odamızı pembeye boyarken yere serdiği gazetedeki haberleri hatırlıyorum hayal meyal. “Cezaevlerinden firarlar, peş peşe idamlar, Orhan Pamuk Sessiz Ev’le ödül mü ne almış, Bir Yudum Sevgi de öyle. Gandhi ‘nin öldüğü, yaşamın ise çocuk kalbimde canlandığı yıl…1984 yılı bana “son –mutlu-çocuk-“  baharlarımdan birini hediye edecekti…

“Yarabbim sen büyüksün
Yarabbim sen görürsün

Ben ister miydim böyle olsun?  Ben mi dedim yağmura, gel tam 23 Nisan’da yağ diye? Ben hiç ister miydim rugan pabuçlarım göl, bembeyaz çoraplarım çamur olsun? İstemezdim elbet… Ama yine aynı şey olmuştu işte.

Aslında her şey mutlu insanlar sokağında bir masal gibi başlamıştı. Günler öncesinden pırıl pırıl parlayan güneş, o 23 Nisan sabahı da yanağımızdan bir makas alarak uyandırmıştı bizi. Dışarıda Çark gibi gürül gürül bir bahar, pembe gül dalında bir serçe, bir karıncanın kafasında çiğ damlası, hanımelinde Arı Maya’nın aynısı tıpkısı bir arı, papatyalarda çifter çifter kelebekler vardı. Fıstık çamlarının keskin kokusu ve baş ucumuzda beyaz kordelalarımız…(anıların hatrına kurdele demiyorum…)

 Hani, Hayat Bilgisi kitabımızdaki o sokak resmine durur durur bakardık ya… İşte aynısı tıpkısı…Hani zaman dursa derdik ya…

Durdur geçen zamanı
Kulların gülsün…

***********

Heyecanla siyah önlüğümü giydim, akşamdan ütülenmiş dantel yakamı taktım ve işte o an. Sadece 23 Nisan ve 29 Ekim’de saçlarıma misafir olan beyaz kocaman iki fiyonk. Saçım o kadar kıvırcık ki kordelalar saçımda kayboluyor. Olsun. Yine de çok güzel. Siyah tel tokayla da tutturduk mu tamamdır.

Babam üçümüze de harçlık veriyor, çarşıda simit gazoz alalım diye. Parayı  (sanırım 15 lira) ayakkabımın içine koyuyorum düşürmeyeyim diye. Evlerden tek tek çıkan arkadaşlarla okulun yolunu tutuyoruz.

Sarı Durak ‘da ki öğrencilerin durdurduğu dolmuştan yükselen bu şarkı daha önce kulağıma çalınmış olmalı ki hemen ezberliyorum.

Bütün saatler dursun
Dert rüzgarları sussun
Aşk güneşi bahtıma gülerek doğsun.

Çocuksun, evin var, o gün bayram, baban para vermiş, Bulvarda İnci ‘den ay çöreği de yiyebilirsin, üstelik belediyeyle çarşıya gidilecek yürüyüş için. Bir çocuk daha ne ister?

O da ne? Tam tepemizde kara bir bulut. Bizimle mi geliyor ne? Yürüyorum geliyor, duruyorum duruyor, hızlanıyorum hızlanıyor. Şaka gibi! Arkadaşlarla canımız çok sıkılıyor.

Yine mi yağacak? Hep yağmadı mı zaten? Öyle ya, geçen seneki, hatta bir önceki seneki, hatta hatta daha da önceki sene olduğu gibi… Dua ediyorum, sadece- yağma sakın-diyebiliyorum. Okulun önünde bekleyen belediye otobüslerine doluşuyoruz tıklım tıkış. Ah ne eğlenceli! Bayan öğretmenler döpiyesleriyle ön koltuklarda, erkek öğretmenler arkada haylazlara göz kulak oluyor.

 “En büyük bayram bu bayram herkese kutlu olsun… Taka tuka otobüs hor hor seslerle hareket ediyor, Müslüm Hoca ve çocuklar ellerinde bayraklarla tempo tutarak söylüyor, bayram ne güzel şey, bahar ne güzel…Benimse dilimde bir başka şarkı,

Mevsim bahar olunca, aşk gönüle dolunca
Sevenler kavuşunca, yaşamak ne güzel….

**************

Tabii ki yağdı ve güle oynaya gidilen çarşıdan sırılsıklam ama yine de mutlu suratlarla dönüldü. Bulvarda saatler süren bekleyiş, ağlayanlar, fenalaşanlar, acıkanlar… Protokole dahil zevatın önünden geçerken daha dik yürüyün” diyor öğretmenimiz (zevat mı? Babamın anneme, - ne zerzevat alayım- deyişi  geliyor aklıma, gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum !) Taktın önünden geçerken  kabaran küçük göğüsler ve biriken sulara giren küçük ayaklar:  rap rap rap…

Çivi çiviyi söker hesabı eve dönünce atıyoruz kendimizi yağmur kokulu sokaklara. Bisikletle sulardan geçmece mi oynarsın, çamurdan bebek mi yaparsın, gül yapraklarından oyuncak bebeğine elbise mi? Muzo’dan birer elma şekerini de aldık mı, ohhh! Seç beğen oyna! Şimdi anlatamayacağım duygular…

Bazı duygular var ki kelimelere sığmaz
Sevenler anlar ancak sevmeyen değil…
 

**********

Nisan ve Mayıs en çabuk biten aylardır çünkü ikisi de çok güzeldir. Nisan’ın kimi soğuk kimi sıcak günleri hızla geçmiş şimdi de leylak kokulu bir Mayıs kucaklamıştı bizi.

 Ahh Mayıs, ahh tuzlu can eriğim, ahh şekerli çileğim…

Bir Mayıs yağmurunda, öğlen uykumuzdan firar edip gökkuşağının peşinden koşa koşa misafirhanenin köşedeki lojmana gelmiştik. Tek derdimiz ebemkuşağının altından geçebilmek ve cinsiyetimizin değişmeyeceğini ispat ederek erkeklere karşı zafer kazanmaktı. Bakalım kime nasip olacaktı?

-Nasip- dedi tiz bir kadın sesi. Lokal’in bahçesinde şemsiye biçimindeki ağacın altındaki mavi bankta bir kadınla bir erkek oturuyordu. Kadın dediysem 18-19 yaşlarında ancak var. Genç kız permalı sarı saçlarını tepeden kelebek bir tokayla toplamış, etekleri fistolu beyaz elbisesini kalın gümüş rengi bir kemerle tamamlamıştı. Sanki bir papatya gibiydi beyaz ve ince. Elinde bir deri bilekliği bir takıyor bir çıkarıyordu. Genç erkek ise ayakta, ağaca yaslanmış, ağzında ince bir sigara. Onun bu duruşunu Red Kitt’e benzetiyorum. Aaaa, bu abiyle abla, e bizim şey değil mi bunlar?  Arkadaşlara da söyleyince kıkırdıyoruz, birden ikisi de bizim olduğumuz yöne bakınca  şimşirlerin arkasına saklanıyoruz . Gitmeye hiç niyetimiz yok. İşte aradığımız eğlenceyi bulmuştuk. Nefes bile almayacak ve mahallenin bu iki sevdalısının ne konuştuklarını dinleyecektik.

Bu ağaçların altı, bu banklar, bitişik nizam evli sokaklarda oturan komşu sevgililer için birer sığınaktı, biliyorduk. Lojman girişindeki bekçiyi ikna edip içeri girebilenler bu ağacın altında sevda yeminleri ederdi. Hele çiçekler açıp böcekler ötünce, kırlarda sevgililer ele ele olunca… Şarkıdaki gibi.

Bizim için ilginç olan bizim sokaktan iki sevgilinin buluşmasıydı.

Lokal’den mis gibi cız bız köfte kokuları geliyor, havuzun fıskiyesinden çıkan sular havada zig zag çiziyor, kasalarla Elvan ve Tamek şişeleri taşınıyor, ötmeye başlayan fabrikanın paydos borusu Lokal’den Kaya amca’nın açtığı şarkıya karışıyordu:

Senden uzak yaşamak inan yaşamak değil
Aşkı anlatan hiçbir söz tamam değil…

Papatyanın elindeki deri bileklik sinirimi bozmuştu. Sıkılmış ve acıkmıştım da. Akşam ezanı okunmak üzereydi ve hala bizim beklediğimiz olmamıştı. Eve gidince beni bekleyen tek şey annemin yeşil terliğiydi. Peki ne mi bekliyorduk? Türk filmlerinden o meşhur sahneyi tabii. Ben, Red Kitt papatya kızın önünde diz çökecek, elini tutacak, kız yüz çevirecek sonra uzun uzun bakışacaklar sonra tam erkek kızı öpecekken…18.y.y. necefli maşrapa….

Yok öyle olmadı tabii, papatya çekingen ama mutlu Red Kitt de umutluydu. Sarılmadılar, öpüşmediler ama gözlerinden akan sevda bizim çocuk gözümüzü bile yaşartmıştı. “Kuleli, okul, babamlar, terk, bekler misin” duyabildiklerimdi. Hadi çıkalım!  artık dedik. Ben, Charlie’nin Melekleri‘ndeki kızlardan biriymişim de gizli bir görevden dönüyormuşum gibi  otlarda sürüne sürüne Lokalin çıkışına geldim, gülün dibine kadar yuvarlandım, etrafı kolaçan ettim,  bir iki üç diye sayınca da aynı anda kahkahalar atarak evlerimize koştuk. Çimen lekesi çoraplarımın diyeti yeşil terliği yerken, kulağımda hala o şarkı çınlıyordu:

Şimdi aşk zamanıdır aşk ömrün baharıdır
Bırak sarhoş olalım meyler aşk şarabıdır…

**********

Sonraki günlerde Red Kitt’i kimi zaman Sarı Durakta elinde bir demet gülle, kimi zaman bir çamın altında papatyadan bir taçla beklerken gördük. Bir keresinde de o çiçekler kime diye sorunca,

-Bu mahallenin en güzel kızına…deyiverdi. Ne kıskanmıştık ama!

Yıllar yılları kovaladı, o ağaçlar nice sevda yeminleri ve gözyaşlarıyla sulandı. Nisanlar Mayıslar hep geldi ve çocuğunu sevmekten hiç vazgeçmeyen anne gibi sardı sarmaladı bizi ama Red Kitt’le papatya hemen kavuşamadı. Ta ki güzelim seksenler bitip doksanların başına gelene dek…Sonunda evleniyorlardı. Hani mutlu aşk yoktu?

91 Eylül’ünde davetiyelerindeki harflere bakıp gülümsedim ve o gün bankta unuttukları ve ertesi gün otların arasında bulduğum bileklikteki iki harfi gördüm.

İki tutkulu harf ve yıllar sonra kavuşmuş iki sevdalı: T&T  

İşte bu Mayıs akşamında bahçemdeki papatyalara bakarken hatırladım bunları ve yine aynı şarkıyı mırıldarken buldum kendimi;

Mevsim bahar olunca, Aşk gönüle dolunca

Sevenler kavuşunca, Yaşamak ne güzel …