O sene, artık gidilmeyen misafirliklerin uzun akşam oturmalarında ” bu yıl çok ayva var, kış çetin geçecek “ sohbetlerini çokça duyduğumuz, tavşan kanı çaylar eşliğinde ince belli gecelerin peşinden cam keskinliğinde soğuk sabahlar yaşıyorduk.
Michael Jackson’ın Bad albümünün çıktığı, Mekke’nin İranlı militanlarca işgal edildiği, Muhteşem Süleyman Sergisinin Washington Ulusal Sanat Galerisi'nde açıldığı, Turgut Özal’ın ABD de by-pass ameliyatı geçirdiği, süper emeklilikle tanıştığımız , Sakarya Sporun Oğuz , Rahim, Turhan ile Türkiye Kupasını aldığı sene…
87 kışı…
Yine bugünkü gibi buzlu ve sisli bir kış sabahı, içime nereden saplandığını bilmediğim ama adının sendrom olduğunu yıllar sonra öğrendiğim can sıkıntısıyla bindim servise Sarı Duraktan. Seda, Gülsen, Arzu , Savaş ,herkes yerine oturdu.Günaydın, tarihe çalıştın mı, ödeve kapak yaptın mı soruları uçuşuyordu havada.
-Gece bir kere okudum, kapağı da okulda yaparım! dedim.
Başımı cama dayadım, bilmem kaçıncı kere dinlediğim ,Tahsin Abinin en favori şarkısına bıraktım kendimi çaresiz; Esengül’den Yansın bu dünya…Yüzümüzü ekşittik.Tahsin Abi gevrek gevrek güldü.
Ben; sabahın bu saatinde, bu soğukta, üstelik önünü görmeden sisli yolda nasıl gittiğine ve böyle gülebildiğine şaşarak camdan dışarı bakıyordum. Tahsin Abi GırGır dergisinden fırlamış gibi sürekli gülen, güldükçe muntazam dişleri gözüken, saçlarını limonla tarayan, ne yapıp edip lafı evliliğine getiren , çok sevdiği hamile eşinden ailem diye bahseden, bunu söylerken de utanıp kızaran tertemiz bir insandı. 32 Evlerden gelir her sabah bizi Lise’ye bırakırdı.
Faytondan biraz konforlu ama çok şükür ki kasetçalarlı dolmuş servisimiz Ulu Sokak’tan da birkaç öğrenci alırdı. Bir de tarih hocamız Selma Sancaklı…Selma hoca binince hepimiz oturuşumuzu düzeltirdik,sesler kısılır, “herıld yani, Hey Corc, cıvık mantar, attırı bıttın mı? “ gibi argo sözler yutulur , konuşmalara çeki düzen verilirdi. Tahsin Abi de bangır bangır çalan, “Uzaklarda aramam çünkü sen içimdesin, taht kurmuşsun kalbime en güzel yerindesin… “ şarkısını dinleyen sanki bizmişiz gibi teybi kısar, Samsun’dan adeta yiyecekmiş gibi son bir fırt çeker ve izmariti camdan atardı. Israrlarımıza dayanamaz , bizim kaseti koyar ve bizimle o da söylerdi, bitince bir daha ,bir daha bir daha; Nilüfer’den Mor Menekşe.
* * *
Lisenin önünde inip bahçeye girerken adeta yavaşlatma eylemi yapar, ya Edebiyatçı Zerrin Hoca’nın kontrolüne yakalanmamak için boynumuzdaki lacivert kurdeleyi düzeltir, kolyeleri saklar ya da karşıki kırtasiyeden çizgisiz dosya kağıdı alırdık. Pınar büfeye bir koşu Ana Britanica kuponlarını teslim eder, Selma Ahmet Kaya mırıldanır, ben telaşla sorardım;
-1517 Ridaniye mi ?
* * *
O günlerden en net hatırladığım; Lisenin, saçı simonlu en güzel kızlarının Ticaretli olduğu söylenen yaşça bizden çok büyük gösteren delikanlılarla olan bakışmalarıydı. Evet sadece bir kaç dakikalık bakışmalar. Lise önünde iki grup delikanlı olurdu; aslında sevgilisi olmayan ama varmış ya da olacakmış gibi bekleyen gençler ki onlar bir bu çınarın bir o çınarın altında dikilir ve sürekli sigara içerek sıkıntıyla tespih sallar ve aramızda alay konusu olurlardı bir de gerçekten sevgilisi olan delikanlılar . Bir de Kaset Ümit …
Hatırladın mı eskiden? Geçmişteki günlerden
Akşamları beklerdim, sen okuldan dönerken
El ele yürürdük, evinizin yoluna
Şarkılar fısıldardın, gülümseyerek bana
Okulun bahçesi boşalana kadar bekleyen, kim için geldiğini bilmediğimiz ama gelmediği bir sabah hatırlamadığımız bir delikanlı, arabasını Tümenin önüne çeker oradan nöbetçi erin ihtar düdüğüyle az öteye gider, büfecinin uyarısıyla oradan da karşıki sokağa girer ve arabasından Çark’ı bu şarkıyla inletirdi. Kimdi, adı neydi bilmezdik ama yüksek bel kotunun içine soktuğu siyah saç örgüsü balıkçı kazağı, timbırlentleri ve altın künyesi değişmez özelliğiydi bir de dinlettiği hep aynı şarkı: Ümit Besen’den Okul yolu. İşte bu yüzden adını Kaset Ümit koymuştuk. Bıkmadan usanmadan her sabah geldiği, belki dinlettiği kızın elini hiç tutamadan belki de hiç gözlerine bakamadan geçip giden günler…
* * *
Günler günleri kovaladı. Liseli olmanın alameti farikası takvimle kaplı defterler sıkıcı, okul gereksiz, sınavlar da zordu üstelik hocalar da hepimize takmıştı. Tarihçi Aziz hoca, Kimyacı Sakine Hoca, Matematikçi Bekir Hoca. Hepsi de! ÖSS korkusundan şiirlere sığınıyorduk. Kimya defterinin kapağında Özdemir Asaf’tan,
”Renkler hızla kirleniyordu,birinciyi beyaza verdiler” ya da
“Kim o deme boşuna benim ben ,öyle bir ben ki gelen kapına baştan başa sen…”
iç sayfalarında ise 1s2,2s2,2p6,3s2…orbitaller…Bu orbitalleri ezberleyemeyen düzgün bir bölüm kazanamazdı maazallah Açık Öğretime kalırdı.Ya kazanacaktık ya kazanacak. Açık Öğretim okuyorum demenin ayıp olduğu yıllardı. Kendi şiir yazamayanlar için kurtarıcı Ümit Yaşar’dı…Hemen her sınıfta kara tahtada bu şiir yazardı:
Aşk mıydı o, aşkımsı bir şey miydi?
Neydi çekip kendine, beni bağlayan?
* * *
-Sit down please ! deyince İngilizceci Fahriye Hoca, sıramıza oturduk. Pınar cam kenarında, Seda ortamızda ben bu başta. Beatles grubunu anlatan bir paragrafı yüksek sesle okuyorum. Hoca başıyla onaylıyor ama dinlemiyor aslında. Sınıf da dinlemiyor. Tarkan “saçını kestirmeden gelme” diyen Biyolojici Didar Hoca için “saç kestirmesi sağlığı açısından zararlıdır “ raporu almış, kağıt elden ele geziyor. Eşinin rütbeli asker olduğunu ve az ötedeki lojmanda oturduğunu bildiğimiz Fahriye Hoca, hep yaptığı gibi bakışları bir çınarın yaprağında asılı, az sonra iki damla yaş akıyor gözünden. Neden ağlıyordu ne derdi vardı bilmiyorduk ama geriye doğru fönlü ve meçli saçlarını düzeltti, gözyaşını kırmızı ojeli parmaklarıyla ustalıkla sildi ve buğulu gözleriyle sınıfı süzüp nar çiçeği rujlu dudaklarını ısırıp cetvelle kürsüye vurarak Shut up! dedi . Tam o anda dışarıdan bangır bangır bir ses;
Elele yürürdük evinizin yolunda
Şarkılar fısıldardın gülümseyerek bana…
Herkes camlara hücum etti, Bedenci Armağan hocanın bahçede ısınma hareketleri yapan sınıfı, Meral hocanın havacılık kolu, nöbetçi öğretmen, öğrenciler , yatakhaneden yatılı gençler, herkes bahçede.Beyaz Renault’dan son ses aynı şarkı:
Fakat aylardan sonra bir gün sana koşarken
Yalnız değildin o yolda sana uzaktan bakarken
Şarkılar söylüyordun yine sen gülümseyerek
Göz göze geldik ama sarıldın gittin ona
Kaset Ümit ilk kez inmiş arabadan, açmış teybi son ses, hem söylüyor, hem ağlıyor:
Mutluluklar benden sana artık benim olmasan da
Her yağmurlu akşamda yürürüm aynı yolda
Mutluluklar benden sana başkasının olsan da…
Bu sahne ne kadar sürdü, kaç dakika hatırlamıyorum ama tek bildiğim bir polisin gencin yanına gidip kulağına bir şeyler söylediği, sırtını sıvazlayıp hadi evladım diyerek teselli ettiği ve Kaset Ümit’in gözleri kan çanağı, lisenin ek binasının en üst katının en sağ camına uzun uzun bakarak iç çektiği ve gazı kökleyerek İmam Hatip ‘in köşede kaybolduğu…
Ben hemen en sağ en üst cama baktım ve…
Okulun en güzel, saçını simon da yapsa balık sırtı da örse çok güzel, hep güzel, ela gözlü kızını gördüm. Sadece ben gördüm. Elinde mendil, ağlıyordu. Günlerce okulda bu sahne konuşuldu, erkekler bu - bir kız nasıl sevilir- dersinden sonra çok uğraştılar ama daha yaratıcı olamadılar, kızlar iç çekerek acaba kim o kız diye meraktan delirdiler, eminim hocalar da öğretmenler odasında tahminler yürüttüler ama nafile. Ne bir kız çıktı “o benim “ dedi ne de bir arkadaşı “işte o budur “dedi .
Ama ben biliyordum, görmüştüm. Bu satırları yazana kadar kimseye söylemedim. Kaset Ümit ve o kız. Adı bende saklı…
Bir iki ay sonra okul yine çalkalandı, Krepeli Didem verdi haberi, edebiyatlardan güzel kız nişanlanmış, okulun son günü düğünü varmış dedi. Kaset Ümit bir daha hiç gelmedi. Berduş olmuş, çok zenginmiş yok fakirmiş, yok yok mafyanın oğluymuş , intihar etmiş, gölden cesedi çıkmış ve daha bir sürü şehir efsanesi. Günler sonra o da unutuldu gitti. Tam otuz sene ben de hiç hatırlamadım, unutmuştum.
Ta ki geçen gün Açık Öğretim görevi dönüşü Lisenin önünden hızla geçerken, çınarlarda asılı kalmış ağlayan ela renk bir bakış, sokak lambasında uçuşan şarkı sözleri ve Tümenin önünde saçlarından sular akan siyah bir gölge görene dek…
Hamiş: Yazıda geçen isimler gerçektir , hepsine sevgiler…