Coğrafyamız gün gittikçe daha büyük bir yangın yerine dönüyor. Yangını söndürebilmek için bulunan bütün önlemler, siyasetin varlıktan ve ahlaktan koparılmış tarafıyla ilgili. Yani siyasetin katı çözüm önerilerinin yeterli olduğu varsayılarak hareket edilmekte.

Herkes buna ikna olmuşa benziyor. Kısacası; siyasetin her şeyi indirgeyen ve menfaat-zarar ekseniyle düşünen araçsal aklının sadra şifa olacağı kabulü var. İş böyle olunca ve böyle formüle edilince; askeri – bürokratik işlemler, siyasal algılar vb. tek kurtarıcı olarak sahneye çıkmaya başlıyor. Öte yandan siyaset, bu yangının nereye varacağı ve neleri yakabileceğini, söylemek istememektedir.

Onun gösterdiği yahut işaret edeceği yer, yine kendi alanı içinde kalan alan olmaktadır. Lakin vakıa bunu yalanlamaktadır: Yangın; ahlakı, vicdanları, ruhları yakarak ilerlemekte Tanrıya (dinsel alanın köküne) kadar varmaya niyet etmiştir. Bu yüzden Şark’taki şiddetin ardından Sekülerizmin kalıcı bir şekilde geleceğini –defalarca- belitmeye çalışmıştık. Şiddet, onu “haklı” gerekçelerle ortaya çıkaran sebeplerin aksi yönünde hızla hareket etmektedir ve bundan ne devlet(ler) ne de silahlı guruplar, organizasyonlar kurtulamamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’ye 700 km. boyunca TOKİ aracılığıyla “güvenlik” duvarları çekeceğini duyurduğunda kimse yadırgamadı. Bilakis bunun son derece “gerekli” bir şey olduğu, gerek kamuoyundaki kanaatce gerekse akademik çevrelerce ifade edildi. Anlaşılan bu fikir birliği; güvenlik/özgürlük karşıtlığında tavrını kesin biçimde ortaya koyuyordu.

Halbuki her devlet, insanları her zaman en akıl, vicdan, ahlak almaz şeylere çabucak ikna edebilecek araçlar taşır. Mesela; Irak’a İlk bomba düştüğünde 8.5 milyar dolar hesaba geçeceği (Sabah gazetesi; 27.02.2003) söylentileri yayılarak müdahalenin meşruiyeti sağlanmıştı. Yani illa özgürlük/güvenlik karşıtlığı üzerinden ilerlemek zorunda değildir.

Peki Suriye sınırına (ek 700 km) yapılacak “güvenlik” duvarları, bizim zihni ve ahlaki duvarlarımızı delerken başka hangi argümanlara ihtiyaç duymuştu? Devleti temsilen iktidarda olanlar, kapıların diğer Batı ülkeleri gibi kapalı olmadığını sadece kontrollü bir “açık” geçişin yapılması için bu tür bir önleme başvurduğunu öne sürdü. Yani Avrupa’nın mültecilere karşı gösterdiği tavrın tam karşıtı (daha insani) pozisyon aldığını ispat/ikna etmeye çalıştı. Böylece mesela Bulgaristan’ın mültecilere karşı çektiği “güvenlik” duvarlarının üstünden atlayarak kendi “güvenlik” duvarlarının ne kadar gerekli olduğunu tekrar göstermiş oldu.

İsrail’in “terör saldıraları”(Filistinleri bahane ederek) çektiği “güvenlik” duvarları, bizim Suriye’ye çektiğimiz “güvenlik” duvarlarından hangi teknik ve düşünsel gerekçelerle daha iğrençti?

İsrail, Filistinlileri terörist ilan etmeleri fakat bizim PKK, DAEŞ, İŞİD gibi farklı yapıları öne sürmemiz; yeterli ve haklı bir farklılık olarak duvarları daha sağlam, “güvenli” yapabilecek mi? Devlet(ler) açısından güvenlik önemliyse bunun adı, sanı, kimin yaptığı, hangi gerekçelerle yaptığının ne önemi (meşruiyeti) olabilir ki?

Hangi devlet çekerse çeksin, hangi gerekçelerle çekilirse çekilsin duvarlar; fiili olarak örülmeden- dikilmeden önce inşa edilirler.

Siyasal icraat bunu hazırlar sonra sadece görünür kılar. Genel olarak dersek; kalıcı niteliğe sahip, insanı belirleyen ve insanın belirlendiği duvarlar siyasal duvarlar olduklarında çoğu zaman itirazı hak eden, sürekli problem üreten nesnelere dönerler. Duvar iki gösterge alanında kalır bazan: ilki, kanaat , görüş, iddia, hatta inancı gösterir. Burada illa olumsuz olmak zorunda değildir.

İlla olumsuz anlamda dogmayı imlemez. Lakin bu ilk alan siyasalın iştahını kabartacak şekilde kullanışlıdır. İkincisi; bir ‘belirlenim’i gösteren had ile ilgilidir; kişinin haddi içeriye mi dışarıya mı çektiği duvarların ne denli “güvenli” olduğunu inşa eder.

Sonra şu da var: Suriye’ye 700 km lik “güvenlik” duvarları, devletin Suriye politikasında yanlış giden başka bir duvarın olduğunu göstermez mi? Bölge ülkelerine şimdiye dek modernleşmeyle model –örnek ülke olan Türkiye’nin bunlara duvarlar ekleyerek başka modeller sunması, onu siyasal olarak ne kadar etkili kılabilir (bu tür şeyler gerçekte en altta olan bizleri çok da ilgilendirmese de?) Yeri gelmişken söylemek gerek: Devlete etkinliğini vb şeyleri artırması konusunda verilen öneriler, satılan akıllar, sadece komik şeyler olarak kalır.

Zira devlete akıl vermek için iki şey olmalıdır: Ya devletin çok dışında (bir filozof gibi) ya da çok içinde –merkezinde (yüksek askeri, iktisadi, bürokrasi) yer alınması gerek. Dışında olduğunda devlete etki dolaylıdır, içindeyken etki dolaysız görünse de aynı etki, aynı şekilde, aynı güçle yapılmaz.

Kısacası; en altta olan bizlerin heyecanlanmak için bir sebebi yoktur. Şayet biraz aklımız varsa kendimizi devletin tesirinden etkisinden kurtarmak için kullanmak daha uygun gibidir.

Siyasal olarak duvarların “güvenliği” sağlayacağı söylense bile bölge insanları arasındaki sosyo- kültürel güvenliği aynı ölçüde sağlayacağı söylenebilir mi? Yeniden Ulus-devletin anıtı olarak karşımızda dikilen duvarlar, onun aşılamayacağının bir isbatını sunmayacak mı?

Duvarları sınırlara çekerken, kalbimize ruhumuza çeken bütün siyasal etkinlikler “güvenli” olmaktan çok uzakta durur. Sonra; Şam’da kahve içmek isteyenler, o duvarları nasıl aşacaklar?

Twitter: @servetkzlay