Yükseköğretim Kanununun 50-d maddesine göre istihdam edilen ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) rektörünün işten çıkardığı araştırma görevlileri, Genel Kurul toplantısının yapıldığı saatlerde, YÖK binasının önünde eylemdeydi. Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen genç akademisyenler, yaşanan hukuksuzluk sona erdirilinceye kadar mücadele etmekte kararlı olduklarını ifade ettiler.

Sakarya Milletvekili ve Milli Eğitim Komisyonu üyesi Engin Özkoç, genç akademisyenlere destek için, onları yalnız bırakmadı. Özkoç, burada yaptığı konuşmada, bugün Meclis Genel Kurulunda yapacağı konuşmada, genç akademisyenlerin basın açıklaması metnini okuyacağını açıkladı. Özkoç, Genel Kurul konuşmasında araştırma görevlilerinin açıklamasını okudu ve bu açıklamanın da yer aldığı bir mektubu Milli Eğitim Komisyonu üyelerine iletti.

Özkoç, eylemdeki araştırma görevlilerinin basın açıklamasında, Meclis’te onları temsilen konuşmayacağını, onların sözünü Meclis’e taşıyacağını belirtti. İktidarın mağdur ettiği tüm kesimlerin, işten çıkarılan emekçilerin, araştırma görevlilerinin, akademik özgürlüğü savunan bilim insanlarının sesi ve sözü olmaya çalışacaklarını vurgulayan Özkoç, tüm mağdurları mücadele etmeye davet etti.

TBMM Genel Kurulunda, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Öngören Tasarının görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada da, işten çıkarılan ve işten çıkarılma tehdidi altında bulunan araştırma görevlilerinin basın açıklaması metnini okudu. Özkoç şunları söyledi:

“Üzerinde görüştüğümüz kanun tasarısı hakkında yapacağım konuşmayı şu başlıklara ayırmıştım.

Türkiye’de üniversitelerin “bastır parayı al diplomayı” anlayışıyla işleyen kurumlar haline getirilmiştir. Üniversiteler marketten mal alır gibi diploma dağıtan kurumlar haline getirilmiştir. Üniversiteler marketten mal alır gibi akademik unvan dağıtan kurumlar haline getirilmiştir.

Türkiye’de bir günde profesör olan akademisyenlerin bulunmaktadır. Üniversitenin parasıyla 400 bin liralık makam aracı sahibi olan rektörler bulunmaktadır. Hiç gitmediği bir üniversiteden profesör unvanı alıp İstanbul’da bir özel hastanede çalışanlar ve bunun bedeli olarak rektöre her ay 30 bin lira ödeyenler bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı bürokratı olarak çalışan ancak profesörlük kadrosunu aldıkları üniversitelerin kapısına dahi uğramayan, hiç ders vermediği üniversitelerin akademik kadrosunda görünen, profesör maaşı alan, hastanesinin döner sermayesinden yararlananlar bulunmaktadır. Hemşirelik yüksekokulundan profesör unvanı alan doktorlar vardır. Ankara Tabip Odası, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesine atanacak 32 kadrodan 31ini önceden, atamalar yapılmadan açıklamıştır. Tabip Odası, bu atamaları mahkemeye götürmüş ve davayı kazanmıştır. Buna rağmen, sözü edilen isimler hala yerinde durmaktadır. Sözü edilen üniversitenin Rektörü, Tıp Fakültesi Dekanı ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı da bu isimlerin arasındadır.

Bunları vurgularken, şu soruya yanıt aramayı amaçlamıştım. Hükümetin bol keseden akademik unvan dağıtmasının karşılığı nedir?

ODTÜ’de, Türkiye’nin gururu sayılması gereken bir üniversiteye Başbakanın binlerce polis eşliğinde gitmesiyle yaşanan olayların ardından bazı üniversite rektörlerinin yaptıkları açıklamalar Hükümetin amacını açıkça ortaya koymuştur.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesinin 1 saat bile ders vermeden profesör olmuş rektörü, “Bizdeki özgürlük Oxford’da yok” diye açıklama yapmıştır. Başka bir üniversitenin rektörü, “Başbakan’ı istemiyorsan, verdiği maaşı da alma” diyebilmektedir. ODTÜ’yü kınadığı için varlığından haberdar olduğumuz bir üniversitenin rektörü, daha önce AKP’den belediye başkanlığı yapmıştır. Belediye başkanlığı döneminde başkan olduğu ilçede bir bina çökmüş ve 92 kişi hayatını kaybetmiştir. Bütün tazminat davalarını kaybeden belediye icralık olmuştur. Muhalif parti belediyelerini adeta işgal eden Hükümet, o dönem adı geçen belediye başkanı hakkında soruşturma izni vermemiştir. O dönemde belediyeyi suçlu bulan bilirkişi raporunun ODTÜ tarafından yazılmış olması da, rektörün “öfkesinin” bir başka nedenidir. Kendi özgeçmişini İngilizce yazamayan bir rektör, “Başbakanımıza bu nevi muamelenin reva görülmesini doğru bulmuyoruz” diye açıklama yapmıştır. Başbakanını çok seven bu rektörün oğlu ve kızının yanı sıra kendi soyadını taşıyan 5 kişinin daha üniversite kadrosunda yer aldığı bilinmektedir. ODTÜ’yü eleştirenler arasına katılan rektörlerden birisi de bir bakanın kızını yatay geçişle Türkiye’nin en gözde Tıp Fakültesine almıştır. Bu rektör sayesinde, sözü edilen Bakanın kızı, gereken nitelikleri taşımadığı ve başka hiçbir öğrenciye bu hak tanınmadığı halde, okumakta olduğu bir özel üniversiteden yatay geçişle Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi’ne alınmıştır.

Ancak çok daha acil başka bir soruna değinmem gerekiyor.

Bildiğiniz gibi, Yükseköğretim Kanununun 50. Maddesinin d fıkrasına göre çalışan asistanlar işten çıkarılmakta ya da işten çıkarılmakla tehdit edilmektedir. İstanbul Teknik Üniversitesinde onlarca asistan işten çıkarılmıştır. Bu genç arkadaşlarımız, İstanbul’dan, Kocaeli’nden ve birçok ilden bir araya gelerek, bu soğuk havada Ankara’da YÖK binasının önünde beklemektedir. Genç akademisyenlerin tek istediği, akademik özgürlük ve iş güvencesidir. Şimdi okumaya başlayacağım, tamamen onların sözü ve talepleridir.”

ASİSTANLAR NE İSTİYOR?

YÖK binası önünde toplanan ve geceyi de burada geçirecek olan araştırma görevlilerinin yaptıkları ve Özkoç’un Meclis kürsüsünden dile getirdiği açıklama şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna,

50d’li araştırma görevlileri dört yıl sonra bir kere daha YÖK’ün önünde. 2009 yılında, doktoralarını bitirmeleriyle birlikte 50d’li araştırma görevlilerini işsiz bırakan YÖK Yürütme Kurulu kararını protesto etmek için buradaydık. O dönem sürdürdüğümüz kararlı mücadele sonucu Danıştay’a açtığımız davayı kazandık ve ilgili kararın iptal edilmesini sağladık. Danıştay’ın gerekçeli kararı son derece açıktı: “33a’lı araştırma görevlileriyle aynı iş tanımına sahip 50d’li araştırma görevlileri için farklı bir iş güvencesi söz konusu olamaz.” Dört yıl sonra geldiğimiz noktada yüzlerce 50d’li araştırma görevlisi yüksek lisans ve doktoralarını bitirmelerine bakılmaksızın işten çıkarılmış durumdadır. Geri kalan binlerce 50d’li ise büyük bir belirsizlik içinde işini kaybedeceği günü bekliyor. Kamuoyunda “torba yasa” olarak bilinen düzenlemenin yüksek öğrenim için öngördüğü “azami süreler” uyarınca öğrenimleri devam ettiği halde 50d’li araştırma görevlileri işten çıkarılıyor. Bahsi geçen Danıştay kararında da belirtildiği üzere, 50d kadrosundan istihdam “öğrencilik hakları” çerçevesinde değerlendirilemez. Kamu hizmetini sınırlayacak herhangi bir azami süreye tabi tutulamaz. Kadrolarına yıllık olarak atanan 50d’li araştırma görevlileri sosyal ve sendikal haklara sahip kamu çalışanlarıdır ve kamu hizmeti vermektedir.

Azami süre uygulaması, üniversiteleri piyasaya daha da bağımlı hale getirecektir. İş güvencesini tamamen ortadan kaldıracak ve başta araştırma görevlileri olmak üzere akademisyenleri sosyal haklardan yoksun, sözleşmeli personele dönüştürecektir. Bu yaşananlar, yeni YÖK yasa tasarısının esaslı bir provasıdır. Bu provanın ana sahnesi İstanbul Teknik Üniversitesi olmuştur. Göreve atandığı günden bu yana İTÜ Rektörü Mehmet Karaca, İTÜ kamuoyunun görüşlerini hiçe sayarak birçok hukuksuz karar almıştır. Yeni tasarının yasalaşmasını dahi beklemeden azami süreleri bahane ederek İTÜ’de bir asistan kıyımı başlatmıştır. Gelinen noktada 60’dan fazla araştırma görevlisi işini kaybetmiştir. 33a kadrosuna başvuran asistanların başvuruları, bölümlerinin olumlu görüşleri ve iradelerine rağmen, bilimsel ölçütlerden yoksun, keyfi kararlarla reddedilmiştir.

24 Ocak’ta YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya ile yaptığımız görüşme sonucunda kendisinden mağduriyetimizi ve taleplerimizi genel kurula taşıyacağı sözünü aldık. Bugün bu sözün ve taleplerimizin takipçisi olmak için buradayız. Taleplerimizi bir kez daha tekrarlıyoruz:

1. 1-Hukuksuz bir şekilde işten atılarak mağdur edilen asistanlar geri alınsın.

2. 2-Hiçbir hukuki ve bilimsel dayanağı olmayan azami süre uygulaması kaldırılsın.

3. 3-İTÜ’de 33-a kadrosuna geçişte bölümlerin iradelerini yok sayan değerlendirme kurulları kaldırılsın.

Şu an sürmekte olan YÖK genel kurul toplantısı sonuçlanana kadar YÖK önündeki nöbetimizi sürdüreceğiz. YÖK Genel Kurulu üyelerinin bilim insanı kimliklerine yakışan, Akademik ve bilimsel özerklik ilkelerini gözeten, Başta İTÜ olmak üzere tüm Türkiye üniversitelerindeki 5-d’li araştırma görevlilerinin mağduriyetini giderecek bir karar alacaklarını umut ediyoruz. Tüm demokratik kamuoyunu İTÜ’deki kararlı direnişe ve bu ülkenin yetişmiş genç bilim insanlarının haklı taleplerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.”