Kafasını hafifçe kaldırdı adam. Yüzüne bakmak istedi kadının ama yüzünü göremiyordu. Bu seferde reddedilmek istemiyordu. Yıllarca “hayır” cevabı almış olmanın utancıyla yutkundu:

Bu sefer dinle beni ne olursun! Sorgusuz, sualsiz çekip gittin ve geri dönmedin. Bu inadın niye? Ne yaptım sana? Konuş benimle! Bak istersen her şeye sıfırdan başlayabiliriz.

Yokluğunda sigarayı da bıraktım. Odaların içi artık leş gibi sigara kokmuyor. Kızardın ya! İnanmayacaksın ama kereviz bile yiyorum artık. Sevmezdim bilirsin. Yeter ki sen eve dön gülüm, her gün kereviz yemeye razıyım ben.

Dönersen elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağım. Söz! Yemek yapmayı öğrendim senden sonra biliyor musun? Gülme! Kendi ütümü bile kendim yapabiliyorum artık.

Romantik olmayı hiç beceremesem de şiir okumamı çok romantik bulurdun sen. Gelsen; sana Orhan Veli okurum, Atilla İlhan okurum, Nurullah Genç okurum. Dönsen keşke!

Özledim seni. Özledim, tavlada seni yendiğimde “ Zar tutuyorsun!” diyerek beni çimdiklemeni. Doğum gününü unuttum numarası yaptığımda yastık savaşı yaptığımız günleri. Maçın en kritik anında ilgimi çekebilmek için “Ofsayt ne demek hayatım?” deyişini; yemek öncesi salataya uzanan ellerimi çatalla tehdit edişini, romantik bir filmin sonunda ağlarken zorla gülümseyişini… Özledim! Özledim gözlerinin yeşilini. Özledim; kollarımı “çoook” diye açtığımda, senin inatla, “Beni ne kadar çok seviyorsun?” diye soran o çocuk sesini.

Bir şey söyle lütfen! Böyle boş boş bakma yüzüme! Bak, planlarımızı sen dönünceye kadar erteledim. Bütün Ege ve Akdeniz kıyılarını gezecektik arabamızla ve her gün başka bir yerde kalıp, geceleri mehtabı seyre dalacaktık. Bir bayram kimsesiz çocukları lunaparka götürüp, çocuklar gibi bayram yapacaktık. Benim beş, senin ise üç kilo fazlan vardı. Acilen spora başlayacaktık.

Gel etme ne olur? Belki dönersin diye on beş senedir her 14 Şubat geliyorum ya yanına. Benim hatırım yoksa da kızının da mı hatırı yok! Bak yanımda. O da seni çok özlüyor. Bir şey söyle! Bir şey söyle, bir şey söyle, bir şey sö……

Yağmur yağıyordu ve adam hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Başını omuzuna koydu kız babasının ”Sil gözyaşlarını babacık! Annem dönemiyor, gelemiyor, anla işte!” dedi. Adam elindeki çiçeğe baktı. Ve Çiçek ağlıyordu yağmur gibi ve çiçek kanıyordu gözyaşı gibi. “Sana layık değil” diyerek bıraktı çiçeği kadının başucuna. Adam baktı mezar taşına. Bir daha okudu, bir daha okudu… Emel Aydın. Doğum tarihi: 2 Mart 1973. Ölüm tarihi: 17 Ağustos 1999!

“Annen gelemiyorsa, bir gün biz gideriz. O dönemiyorsa biz O’na döneriz. Bir gün mutlaka kavuşuruz değil mi?” diye sarıldı adam kızına, dönüş yolunda.

Şehir boyun eğdi ve söylendi. “Size bir sır vereyim mi? Emirdağ mezarlığı şehrin en güvenilir yerleşim bölgesidir! Burada çürük bina yoktur, asla yıkılmaz! Burada herkes ölüdür, Azrail can almaz!

Ve sonra şehir sus pus oldu birden, hala önlemi alınmamış binalarına bakarken!

E-Mail: [email protected]

Twitter: www.twitter.com/muratgur