Kar yağdı… Nazlı gelinler misali beyazlara büründü her yer. Buram buram masumiyet kokan, kötülüğe dair her şeyin üzerini örten o zarafetiyle, temizledi kirlenmiş bütün hisler. Her kar tanesi, ayrı bir ses fısıldar gibi kalabalığım oldu yalnızlığıma... Duygularım birer birer toplandı, gönlümün hiç dile gelmeyen hisleri yağdı, tane tane düştü, dokundu feryatlarıma…

Soğuk havayı gözümden silen, yazdan kalma bir papatya bahçesinin beyazlığı gibi kokuyor şimdi her yer. Gözlerim bayramını edercesine, bir fincan kahvem hislerime eşlik edercesine, derinden bir ses geliyor; kara kışın, bembeyaz Ocak’ı... Senenin güzelliklerini içine alan, birbirinden farklı duyguların sığınağı, mevsimlerin aile bireylerini oluşturan, ayların ilk göz ağrısı Ocak…

Böyle soğuk oluşuna bakmayın, dumanı üzerinde tüten, efkâr kokulu bir sığınağıdır Ocak, kış mevsiminin.

Yen bir yılın umutlara aralanmış bir penceresi veya hiç açılmaz sandığımız kapıların bir anahtarı, fırtınalar koparan rüzgârlarıyla; kimine korku, kimine yanı başımızdakilere daha sıkı sarılmak için bir sebep, kimine bir silkeleniş, kimine bir ses, bir yoldaş…

Kışın uzun geceleri, battaniyeler örter gibi, sıcacık hatıralarını anarken. Nerde o eski kış geceleriyle başlayan cümlelerin kahramanı olur çocukluğum… Ve kıymetli babaannem.

O zamanlar sobalı evimiz, kışın gelmesi en çok da “bir parça kömür de ben atabilir miyim anne?” diyebilmenin mutluluğuyla, sobadan önce yanıyor yüreğimde, cayır cayır… Sırf kabuklarını sobaya atarım diye haybeden yediğim çekirdekler; önce gürül gürül bir ses, sonra demin alan bir sıcaklığa bırakıyor kendini. Babacığımın her akşam, işten gelirken aldığı o kestanelere bir çizik atmak, Ocak’ı sevmeye sebepti, her defasında elimi yakmış olsam da kestaneleri çevirmek, merhem sürer gibi gelirdi kızarmış parmaklarıma.

Annemin her akşam kavurduğu o lezzetli un helvası, Pazar kahvaltılarında sobamızın üzerinden gelen kızarmış ekmekler, babaannemin öksürüğü artınca; sobanın üzerine dizdiğimiz portakal ve mandalina kabukları, çocukluğuma ait kış kokusunun tarifiydi şüphesiz…

O zamanlar televizyonlarda çeşit çeşit kanallar olmadığından, biz en çok birbirimizi izlerdik evde, bu sebeple; annemin kaşının kalkışının ne manaya geldiğini, babamın gözlerinin içinde okuduğum uzun cümleleriyle ne demek istediğini, annemin gömleğinin rengini, babamın saçını kestirdiğini bilirdim hep. Tarhana çorbası yaparken mesela, dakikalarca annemi izlerdim. Bu günün saçma sapan dizilerinin, bilgisayar oyunlarının yokluğu, evin içinde misket oynayacak kadar tıka basa doyurucu bir çocukluğun çemberine alıyordu bizim neslimizi. Annelerimiz bilgisayar başında unutulan bugünün çocukları gibi bırakmıyordu bizi, yokmuşuz gibi davranmıyordu.

Bir de hep elektrikler keserdi kış gelince, bir bunun gayet normal olduğunu, bir de elektrikler kestiğinde attığım çığlığı unutmam, babaannemin taa köy evinden hatıra sakladığı o gaz lambası, hep bir gün içinden, babamın anlattığı o masalda olduğu gibi sihirli bir cin çıkacakmış hissiyle hayallere daldırırdı beni… Evde ki herkese ayrı ayrı sorardım,”lambadan çıkan sihirli cinden sen olsan ne dilerdin” diye? Çocukluk işte, pencerenin kenarına birikmiş karlar kadar tertemiz…

Ocak bende ki ayrıcalığını hiç kaybetmedi, isminde bir sıcaklık çağrıştıran, kara kışın pamuk prensesi. Her tanesine ayrı bir dua emanet ettiğim, her tanesinde bir âminle eridiğim, masumiyetin bazen incecikten, bazen lapa lapa yağdığı, Rabbimizin latif ismini resmeden, karlar kraliçesi gönüllerin meskeni Ocak.

Hoş geldin kardelen çiçeğim, hoş geldin üşüyen hislerin avuçlar içine bıraktığı merhamet kokulu emaneti, bir serçeye yem bırakan narin yanlarımız, bir yoksula hırka uzatan, sobasına kömür atan, eldivenimizin tekini hiç tanımadığımız biriyle paylaşan vicdanımız hoş geldin. Lapa lapa da yağsa karlar, ben bir kar tanesine emanet ediyorum, yüreğimin közde pişmiş tüm hislerini…

Kara gecelerime renk veren tüm siyahları beyaza boyuyorum. Yalnızlığımı inkâr ediyorum kar tanelerinin gülüşüyle, hiç üşümüyor ellerim, yüzümün soğuğu mutluluğumla ısınıyor. Donduruyorum öfkemi, hüznümü, sitemlerimi ve gözyaşlarımla eritiyorum buz tutan kırgınlıklarımı.

Şimdi adresini kaybeden bütün hislerimi özgür bırakıyorum, bir sen kalıyorsun bende, seni sana emanet ediyorum ve tembihlediğim bir kar tanesiyle son kez yüzüne dokunuyorum dumanı üstünde tüten, karla kaplı narin OCAK…

Twitter: @elifzorer