Zifiri karanlığınla; kimilerinin gönlünde bir korku, kimilerinin gönlünde yalnızlığın resmi, dertlerin sükûnetini giymiş en içli sesisin. Sığınılan bir limansın, acılarından parçalanmış bazı yüreklerde. Sessizliğinin içindeki her fısıltı, dağılan her bir parçayı toplarmışçasına vefalı bir dost misali… Yıldızlarından merhemler sürüyorum hüzünlerime, umut kokulu… Nurunla yıkıyorum kâbuslarımı, çığlıkların sesini kesiyorum senin sesini dinlerken…

Geceler; bazı insanlar için hiç gözünü açmak istemediği bir uykudur, derin derin daldığı. Kâh dertleri unutmak, kâh gönlü dinlendirmek için… Bazıları ise uykuyu silen bir davetin güzelliğine emanet eder de yüreğini, dökülür hüzünlerinden… Yalnızlığı sevmeyenler sitem eder bölünen uykularına, saatleri yerinde sayarken, karanlıklar yük olur gönüllerine… Bütün ihtişamını kaybeden bir vakit olur “gece” ve mahkûm edilir rüyası çalınmış karanlıklara…

Ben seni sevenlerdenim ey gece… Benim de senin gibi, yıldız yıldız parlayan hayallerim var gönlümde. Karanlığı aydınlatan dualarım var, birbirine kavuşturduğum âminlerim var dilimde… Yalnızlığımı sevesim, yalnızlığıma ait koca bir kalabalığım var. Belki gündüzün kirli yüzünü örter gibisin, perde çeker gibisin, karanlığından daha kara samimiyetsiz gülüşlere...

Kuru gürültüyü, çıkar kavgalarını, sahte haykırışları susturur gibisin diye, seviyorum seni böyle… Oysa biliyorum ki, hiç bir sessizlik yalnızlığın feryadı kadar şiddetli değil. Ama sen benim feryatlarıma cevapsın, ümitsin ümitsizliklerime, dermansın derdime… Kimselere diyemediğim sızılarıma ilaçsın, kalbime teselli serpiştiren bereket kokulu yağmurlarınla…

Hele bir de bol köpüklü, bir fincan orta şekerli kahvem şahitse bize, ya da demini almış, hani tavşankanı dedikleri cinsten bir bardak şekersiz çayım, ”haklısın be dostum”fısıltısıyla içimi ısıtıyorsa, değmeyin keyfime. Sabahı karşılamak farz olur, güneşe bile “günaydın” demek istercesine, ışıltılara boyanır yüreğim… Gökyüzünün mavileriyle yüzünü yıkamasına, havlu tutarım avuçlarımdan. Güvercinler avuçlarımdan uçar, gagalarına sıkışan ümit yüklü âminlerimle… Tebessümlerimle yıldızlara el sallamanın adı olur huzur…

Tadını bilmek için geceyi sevmek gerek önce, karanlıklarla yoğrulup aydınlığın kıvamına ancak bu şekilde gelir gönül, kirlerinden arınmış, en yalın haliyle veda eder karalarına ve karşılar yeni günü…

Geceler güzeldir, uykuyu gözümden silen her ne varsa kıymetlidir benim için, kendini tanımaya bir fırsat, kendinle hesaplaşmaya bir sebeptir… Günün en son durağında, vicdanın en can kulağı konuşur, sesini duyabilene. Sonra tövbeleri uyanır kalbin, keşkelerle elele tutuşmuş bir sürü pişmanlık söz verir sahibine, bir daha yapmayacağına dair…

Anlatmakla bitmez ki geceler, seven bilir, gören bilir ışıkları farklı renkte yanan evlerin gölgesini. Her renk farklı bir hisse tercüman, tanıyan bilir karanlığın dilini. Kimisi acı, kimisi mutluluk, kimisi heyecan dolu… Adresini, ancak hisseden bilir her duygunun, her duyguya adres olabilen yürekler konuşur kan ağlarken gülmeyi başaran yüzlerle.

Geceler gönül kapısının anahtarı, yeni gün doğana dek kilit vurduğumuz. Bize ait, biz bize dakikaların dansı. Geceye mektup bıraktım; penceremin kenarından. Taa ki sabah ezanına kadar yazdım, durdum. Geceye virgül koydum mektubumda; ardı arkası kesilmeyen hayallerim ve çaresizlikler içinde çırpınan çarelerimle. Geceye mektup bıraktım sessizce, kimseyi uyandırmadan. Dedim ki; ”Ey gece; karanlığın olmasa, aydınlığın kıymeti bilinmez. Karanlığın olmasa, ümitler böylesi beklemez sabahı… Sen; karanlıklar içinde dahi bir ışıksın, Rabbimizin bize lütfettiği…”

İmamı Rabbani’nin de dediği gibi; ”Gecesini diriltmeyenin, gündüzü de ölmüştür. Gündüzün yiğidi olmak, gecenin ağabeydi olmaktan geçer.”

Twitter: @elifzorer