Hoş geldin yaralım, hoş geldin hüzünlü yanım. Yaza sevdalı, güneşe âşık, martıların serenat yaptığı Nazlı güzel. Sarılara ayrılığı yakıştırmalarına sebep sen misin, ondan mıdır hazan mevsimini kurumuş yapraklarınla süsleyişin.

Güneşe sevdanın resmi midir kızıllığın, kurumuş dalların ayrılığın sende ki halinden midir? Ey yaprakları dökülen dertli Ekim, seni böyle sevmişliğim, sana benzememden midir?

Ben yaza ait hatıralarımı, kitabımın sayfaları arasında kuruturken hüzünle, sen yemyeşil bahçelerinde açan rengârenk çiçeklerinin yasını tutuyorsun adeta, sararmışlığınla…

Gövdelerine isimlerinin baş harfi kazılı ağaçlardan, âşıkların gülüşleri dökülürken yaprak yaprak, sen aşkından kurumuş dallarınla el sallıyorsun Temmuza, Ağustosa.

Bulutlar bu vedanın acısından ağlarken, yağmur tanelerinin toprağa vuslatı resim oluyor gökkuşağıyla. Sahi her ayrılık aslında yeni bir kavuşmanın da bir adımı değil mi? Yazdan koparken kışa kavuşmanın en güzel renklerini gizlemiş sonbahar…

Doğa utanır ve yapraklarını dökmeden önce kızarır. Ağaçlar bedenlerini en yalın haline teslim etmeden, biraz mayhoş, biraz ekşimiş meyvelerini ikram eder bize. Sonra veda eder, gider. Bazıları ebediyen, bazıları ise yeniden ilkyaz günlerine kadar uyur.

Deniz de durulur. Yorulur yaz trafiğinden, geleninden, gideninden. Sakinleşir, Ekim gelince o da dinlenmeye çekilir. Ta ki eskilerin tabiriyle Kestane Karası fırtınalarına kadar…

Sonra tut tutabilirsen. Önce biraz izin verir balıkçılara. Palamut, lüfer, iskorpit, hamsi, kefal sunsun insanlara diye. Deniz de sevinir. Bereketini insanlarla paylaşır. Kendine iyi davranılmasını umarak.

Balık zamanı gelsin ki evlensin gençler. Ekim ayından sonra evlenen çok olur. Ufak tekneli balıkçı reisleri Ekim den sonra yaparlar düğünlerini çoklukla. Heyecanla bekler gençler sevdiğine kavuşmak için Ekim ayını.

Mutfak dolaplarında yazın imzaladığı bir dolu güzellikler diziliverir raflara, çeşit çeşit reçeller tadı olurken sonbaharın, annelerin elleri deymiş o şifalı tarhanalar selamlar kokusuyla tüm evi, kurutulmuş yufkalar sokaklara serili yapraklarla aynı vakitlerde gelir hayatımıza, kışa hazırlanmış turşular beklerken cam şişelerde, yüreklerden dile gelir içli bir söz "Bakalım kısmetse yemek kışa, belli olmaz hayat bu kim öle, kim kala."

Ah be Ekim, kıyafetlerimiz de senin rengine eşlik edercesine kahverengilere bürünür, yeşiller en pişmiş, en demini alan, koyu haliyle geliverir, tarcınlar, turuncular soğuk havaya nispet güneşi oluverir varlığıyla.

Sıcacık çay sohbetleri, sahillerden çekilip evlerimizin en sıcak köşelerine gelir. Patlamış Mısırlı, köz kestaneli muhabbetler uzun gecelere yar olur…

Bazı hislerin uyanışı olur Ekim. Yaraların kabuk bağlaması gibi dertleriyle sarmalanırken gönül, “ama acımadı kii” der bir yandan umutlarıyla. Yazın eyvallah deyip, içimize bastırdığımız hüzünler açılırken dile gelir cümle cümle, kavuşur kâğıdına kalemine.

Şairler şiirlerini demlerken, yazarlar uzun cümleleriyle, bir kâse sıcak çorba misali yazılarını ve ikram eder yürekleri üşümüş, okuyucularına.

Sen iyi ki geldin be Ekim, bir fincan ıhlamur gibi, şifa niyetine, yar diye geldin, hoş geldin…

Twitter: @elifzorer