Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarlarından Prof. Dr. Yasin Aktay aynı zamanda Ankara’da bulunan SDE’nin de (Stratejik Düşünce Enstitüsü) başkanlığını yürütüyor. Aktay Yenişafak’ta bugün yayınlanan yazısında: “Yoksa hep söylendiği gibi birilerinin elinde rehin midir Camia? Ee, durum buysa kurtarmaya çalışalım. Ama bunun için de ufak bir tüyo vermesi lazım camianın, hem kendisini hem Türkiye'yi büyük felakete sürükleyen bütün bunları baskı altında yapıyor olduğuna dair...

Yoksa, kurtulmak istemeyeni kurtarmaya çalışmak ayrı bir işgüzarlık olur” dedi.

İŞTE YASİN AKTAY’IN CEMAAT İLE İLGİL KALEME ALDIĞI O YAZI

17 Aralık'tan beri yaşanmakta olanların bir yolsuzlukla mücadele olduğuna inanan herhalde kalmamıştır. Bu olay vesilesiyle bir anda temiz toplum merakı depreşmiş olanların şimdiye kadar bu yönde en ufak bir sicile sahip olmamaları bu olayda onları sadece muhteris fırsatçılar olarak öne çıkarıyor.

Tabii ki onlar da neler olup bittiğinin çok iyi farkında. Mesele yolsuzluk değil, rüşvet hiç değil. Tıpkı daha önce mesele ağaç olmadığı gibi, daha sonra da mesele dershane olmadığı gibi.

Hükümete karşı sistematik bir savaş yürütülüyor ve bu savaşın aktörleri de hiç kamufle olmaya bile ihtiyaç duymadan açıktan mücadele diyor. Camianın kalemleri meydan okudukça camiayla ilişkileri aleniyet kazanmış yargı mensupları veya organları harekete geçiyor. HSYK'nın belli üyeleri, Adalet Akademisi vs. Hepsi Camianın reflekslerini sergileyerek birer sözcü aktör gibi her topa aleniyetle giriyor. Savcılar bu ortamda ellerindeki doğal seyirlerindeki dosyalar yerine bağlama ve ortama uygun cevabi hamle niteliğinde dosyalarla ortama dalıyorlar. Başlıbaşına bu süreklilik ve bağlamsallık olayın hukukla, yolsuzlukla ilgili olduğunu düşünmeyi zaten imkansız kılıyor.

Elde kalan bir şey daha var ki onunla baş etmek o kadar kolay değil: Yolsuzlukla mücadele adına, temiz toplum idealinin yolsuzca ve sorumsuzca suiistimali.

Yolsuzluğu araçsallaştırıp hükümete karşı sistematik saldırının hizasına dizilenler hiç kuşkusuz daha büyük bir yolsuzluğa hizmet ediyorlar. Halkın seçimle iktidara getirdiği bir hükümete karşı bu tür kumpaslar yoluyla darbe teşebbüsüne girişmekten daha büyük bir yolsuzluk olamaz.

Esas itibariyle darbe her türlü ahlaksızlığı, yolsuzluğu içinde barındıran entegre bir yolsuzluktur. Nitelikli yolsuzluk olma vasfı dolayısıyla zararı kısa vadeli olmakla kalamaz. Nesillerin istikbalini de çalar. Çünkü ahlaki standartları alabildiğine tahrif ederek çalışır ve gelecek nesillerin de dimağlarını zehirler. Türkiye'yi her seferinde onlarca yıl geriye götürür. Türkiye'yi herhangi bir konuda bir adım ileriye götürmüş bir darbe yoktur. Her zaman geriye götürmüştür.

Darbenin yolsuzlukla mücadele adına yapılanının da ilk katlettiği şey, temiz bir toplumla ilgili insanların umutlarıdır. 28 Şubat sürecini ilk tetikleyen kampanyalardan birinin sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık eylemi olduğunu hatırlayalım. O kampanya temiz toplum idealinin bizzat darbeciler tarafından çalınışının mükemmel bir örneği olarak kaydoldu. Esasen bu değerli mücadelenin bu yolsuz biçimdeki kullanımı insanlarda güvenecek hiç bir dal bırakmaz.

Darbeciler her zaman ülkeyi kurtarmak için önce olabilecek her türlü felakete sürüklemekten çekinmemişlerdir. 12 Eylül cuntacıları ülkeyi bizzat kendilerinin organize ettiği ve 5000 insanımızın öldüğü bir iç savaşın eşiğine kadar sürükledikten sonra ülkeyi kurtarmak için duruma el koydu. Balyoz planı da aslında 12 Eylül'ü kopyalamıştı ve aynı mantıkla hareket ediyordu. Gerekirse kendi jetimiz düşürülecek, ülke büyük prestij kaybına uğratılacaktı. Yeter ki, darbecilerin duruma bir kurtarıcı gibi el koyması için ortam oluşsundu.

Geçtiğimiz günlerde Habertürk'teki programında Orhan Miroğlu 'birileri Erdoğan ve AK Parti başımızdan gitsin diye neredeyse Amerikan işgalini isteyecek hale gelmiş' diyordu.

Aslında şu anda Erdoğan'a karşı yürütülen bütün bu kampanyaların davet ettiği tek şey işgalden başka bir şey değil. Türkiye'nin milli varlığı adına şu ana kadar biriktirilen bir sürü şey heder edildi. Erdoğan'ı yıpratma kampanyalarının özellikle İngilizce olarak ifade edilenlerinin diline bakınız, 'Amerika gelsin bizi Erdoğan diktatörlüğünden kurtarsın' mesajından daha fazla öne çıkan bir yanı var mı? Erdoğan'ı Jihadist olarak yansıtmalar, İHH'ya karşı veya MİT'in kontrolündeki TIR'a karşı yürütülen kampanyaların Türkiye'yi topyekûn aleme terörist olarak ihbar etmeye hizmet etmeler...

Bu arada Ali Bulaç yine büyük resmi çizmeye devam ediyor. Çizdiği resmin Cemaati de hükümeti de aştığını ve her ikisini yok etmeye dönük büyük bir planı işaret ettiğini söylüyor. Tam isabet de, camiayı da bunun farkına vardırmaya neden çalışmıyor? Camianın bütün yayınlarının bu büyük planın aktif uygulayıcıları olarak çalıştığını görmüyor mu?

Hâlâ bütün bu olanların Türkiye'nin izlediği siyaset yüzünden başına geldiğinde ısrar ediyor, ama bu yorumun aslında Camiayı son zamanlarda bütün yaptıklarıyla Türkiye'ye karşı yürütülen operasyonun bir uygulayıcısı olarak itiraf ettiğinin farkında değil.

Evet, Türkiye cesur ve özgüvenli bir dış politika uygulamıştır bunun için elbette ki ne Amerika'dan ne de başka kimseden izin alacak değildir. Bunun o birilerini memnun etmeyeceğini zaten biliyorduk. Ama doğrusu onların bizi durdurmaya çalışmak için Camiayı kullanacaklarını da hiç hesaba katmamıştık.

Aslında Bulaç'ın dediği gibi, olup bitenlerde Camia'yı aşan bir durum varsa, o zaman Camia'nın bütün bu işleri istemeden yaptığını da kabul etmek gerekiyor. Yoksa Bulaç'ın da kabul ettiği gibi kendisini bu kadar aşan, aştığını da fark ettiği (en azından Ali Bulaç'ın ikaz etmesiyle bildiği) bir planın içinde neden yer alsın?

Yoksa hep söylendiği gibi birilerinin elinde rehin midir Camia? Ee, durum buysa kurtarmaya çalışalım. Ama bunun için de ufak bir tüyo vermesi lazım camianın, hem kendisini hem Türkiye'yi büyük felakete sürükleyen bütün bunları baskı altında yapıyor olduğuna dair...

Yoksa, kurtulmak istemeyeni kurtarmaya çalışmak ayrı bir işgüzarlık olur. (yenişafak)