17 Ağustos 1999.

45 saniye süren deprem ve gelen o felaket.

Büyük acılar, büyük yıkım, yitip giden canlar.

Her birimizin bir anısı, bir acısı ve bir sızısı var.

Yığınların altında günlerce bir nefes arandı.

'Sesimi duyan var mı?'

Bu söz her defasında tüylerimizi diken diken etti.

Yıllar geçti ancak acımızdan hiçbir şey eksilmedi.

Kimi annesini, kimi babasını, eşini, çocuğunu, akrabasını, komşunu kaybetti.

O depremi yaşayanlar, 'O gece…' diye başlar anlatmaya…

O gecenin,o karanlığın şafağında yükselen feryatları hep duyarız.

Deprem dediğimizde yüreğimizde sızı olur bizim.

Toplu mezarlar, enkazlar, yıllarca dökülen gözyaşları yakar içimizi.

Bir şehrin, bir bölgenin, bir ülkenin ortak acısı…

Ebediyete uğurladığımız şehitlerimiz için gözlerimiz dolar.

Bazen yutkunur, sesimiz kesilir, anlatmak istemeyiz.

Kimi 17 Ağustosta gazetelere bakmak istemez.

Kimi televizyon bile izleyemez.

Yine böyle bir gün.

O gece bu gece.

Bizim en zor gecemiz.

Bu gece hepimiz için çok zor.

Bu gecenin sabahı ve sonrası çok zor.

Gün ağardığında beton yığınlarının başında ağlayanlar.

O yığınların arasından gelen sesler.

Elleriyle betonları kırmaya çalışanlar.

Herkesin birbirinden haber almaya çalıştığı ancak alamadığı günler.

İletişim yok, ev yok, aş yok.

Bir yudum su yok.

Gün geçtikçe her şey belirlemeye başladı.

Enkazlar, şehitler…

Yaşam devam ediyordu.

Kamyonlarla gelen ekmekler, sonrasında kurulan aş evleri.

Koli koli su dağıtılıyordu.

Askerler sokaklarda nöbet tutuyor.

Şehir sokakta, çadırda, barakada uyuyordu.

Sonra çadır kentler, prefabrikler.

17 Ağustos dendiğinde orada hayat durur.

O yüzden bu acının inanın tarifi yok.

Deprem şehitlerimizi rahmetle ve özlemle anıyoruz.

Allah bir daha memleketimize, ülkemize böyle acılar yaşatmasın.