Söz vermiştim kendi kendime; yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak ta bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasın sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

“Yazmasam deli olacaktım” diyen bir yazarın eserlerinden ve kitaplarda yazan resmi hayatının dışında yaşamının pek konuşulmayan ilginç gizlerinden bahsedeceğiz.

Üstad hikayelerinde kenar mahalle insanlarının, balıkçıların, “önemsiz insanların”, gayri meşru yaşantıların, sıradan durumları sanki bir efsane anlatıyormuşçasına heybetli ama yalın bir şekilde bize sunar. Burjuva kökenli olup, burjuva hayatının yapmacılığını içinden geçen biri olarak mizahi bir dille anlatır ve hikayelerin genelinde özel bir tabakaya ait olmayan her gün sokaklarda gördüğümüz bakmadan geçtiğimiz insanlar vardır. Olaydan çok durumu önemser. Yaşarken es geçtiğimiz anların tomografisini çeker. Öyle ki Sait Faik’in birkaç kitabını okuduysanız, sokaklarda avare gezerken, denizde taş sektirirken, nehir kenarında doğaya karşı otururken balık tutuyorsanız yanınızda hep Sait Faik vardır. Ve sonra kahvede sigaranızı yakarken biri sizden ateş isterse o da Sait Faiktır. Sanki bu dünyaya insanları gözlemlemeye ve bizim hayatın hengamesinde göremediğimiz detayları bize anlatmak için gelmişti. Aslında aylak dolaşmasının da bu sorumluluğu vardı. Bir insanın oturuşundan, yürüyüşünden, bakışından ve bir sözünden o insanı tanıyormuşçasına anlatabilen ve bizim okurken itiraz edemeyeceğimiz derecede gerçekçi bir şekilde anlatır.

Sait Faik çocukluğunu Adapazarı’nda ,Burgaz Ada da geçirmiştir. Liseyi İstanbul lisesinde okurken İğne hadisesi dolayısıyla Bursa lisesine sürülenlerdendir. İğne hadisesi şöyledir; Sait Faik’in içinde bulunduğu sınıf, Arapça Öğretmenini sandalyesine raptiye yapıştırmışlardır. Ve sonrasında bu sınıftaki öğrenciler Anadolu illerinin liselerine sürülmüştür.

Sait Faik’in yazar ve sanat camiasında yakın arkadaşları Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Atilla İlhan, Abidin Dino, Orhan Kemal, Salah Birsel’dir. Sait Faik’in kişiliğinden bahsederken sosyal bir ortamda çabuk sıkılmasını ve bir masada oturuyorken sıkılıp aniden ortadan kaybolup bir daha yüzünü günler sonra gördüklerini anlatırlar. Ancak bir akşam Sait Faik’in kendisinin de ödül alacağı bir geceye davetlidir. Sait Faik bu geceye balıkçı elbiseleriyle gelir ve kapıdaki görevli Faik’i tanımaz ve içeriye almaz Sait Faik buna üzüleceğine sevinir halktan biri olduğu için.

Sait Faik için önemli olan sokaklarda avare dolaşırken, kahvehanede sigara içerken, oltayla balık tutarken karşılaştığı insanları konu edinmektir. Ve bunları yaparken yazar olduğunu hissettirmez onlardan biri olarak yaşar ki Sait Faik aynı zamanda Fransızca, İngilizce eserlerden çeviri yapabilecek derecede Yabancı dil bilgisi vardı.

Sait Faik’in ölümden sonra Burgaz ada da adına yapılan hikaye yarışmasına giden kafile Sait Faik’in adadaki balıkçı arkadaşlarıyla tanışmak isterler. Onlara Sait Faik’i sorarlar. Balıkçılar Sait Faik ‘in yazar olduğunu sonradan öğrendiklerini ve ölümüne kadar onu balıkçı Sait olarak bildiklerini söylerler.

Bir gün Mehmet Kaplan ve eşi sokakta yürürken bir adamla karşılaşırlar. Kirli sakallı, dağınık saçlı ve paltosunun kalkık yakası yüzünden suratının tamamı gözükmeyen bu serserivari adamla el sıkışıp ayaküstü muhabbet eden Mehmet Kaplan’a eşi, böyle adamlarla nerden tanışıyorsun manasıyla sorar;

_Kimdi o adam?

_Sait, Sait Faik.

_Sait Faik Abasıyanık mı?

_Evet.

_Şu bizim okuduğumuz enfes hikayeleri kaleme alan adam yani.

"Sait, ansızın öldü. Ölüm haberi bile vaktinde alınamadı. Cenazeyi evininin bulunduğu sokaktan geçirdiler. Bakmayın gazetelere ağlayan tek kişi yoktu. Yalnız yaşlı bir kadın, o da her tabutun arkasından ağlayan cinsten. Şişli camiinde, yüz kişi kadardık. Nasıl bir yağmur! ... revakın altına sığındık, sigara üstüne sigara içtik. Haldun’u (Haldun Taner) o gün ilk defa dudağında sigara ile gördüm; onu da bitiremedi ya, düşürdü. Mezarın başına geldiğimiz zaman, biz daha azalmış, yağmur daha çoğalmış, imam da hızlanmıştı. Öylesine çabuk okudu ki, kimse amin demek fırsatını bile bulamadı. Sonra... araba bulmak için koşuşmalar, itişmeler.

Dönüşte, şoför: 'kimdi bu, Abi?' dedi. 'Sait faik' dedik. anlamadı.
üstelemedi de. Biz de bir şey anlamadık ya. Hiç bir şey olmamış gibi davranmak için aşırı bir gayret gösterdik, 'Sait be, bu havada ölünür müydü?' diye bağıranlarımız oldu. Ama, sonraları, yavaş yavaş sıkıntı içimize çökmeye başladı.” Adnan Benk (Sait’in ardından)