“29 Mayıs 1868’de İstanbul’da dünyaya geldi.Tarihe ve edebiyata meraklıydı. Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi. Sanayi-I Nefise (şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) hocaları ile ilişki kurdu; Osman Hamdi Bey ve Salvatore Valeri’den resim dersleri aldı. Fausto Zonaro ile dostluk kurup resim çalışmalarında onun yolunda ilerledi. Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkede kurulan pek çok sivil ve sosyal kuruma destek Verdi. Ermeni Kadınlar Birliği’nin baş destekçisi, Hilal-I Ahmer Cemiyeti’nin (şimdiki Kızılay) fahri başkanıydı. Resim ve müzik sanatları ile yakından ilgiliydi. 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin fahri başkanlığını yaptı. Beethoven, Haremde Goethe, Yavuz Sultan Selim adlı tabloları 1917’de Viyana’daki Türk Ressamlar Sergisi’nde sergilendi. Portre alanında çok başarılıydı. Resim kadar müziğe de ilgi duyuyordu. İlk müzik derslerini Feleksu Kaifa’dan aldıktan sonra, Macar Piyanist Geza de Hegtei ve Keman Virtüözü Carl Berger ile çalıştı. Ünlü Besteci Franz Liszt’in öğrencisi olan Hegyei’ye kendi yaptığı Lizst tablosunu; Carl Berger’e ise kendi bestesi olan Elegie’yi armağan ettiği bilinir. Çok sayıda bestesi olduğu bilinir ancak eserlerinin pek azına ulaşılabilmiştir.”

Yukarıda hayat hikayesinin bir kısmını anlatmaya çalıştığım kişinin adını bilenleriniz mutlaka vardır. Bilmeyenler de, muhtemelen ünvanını söylediğimde mutlaka anımsayacaktır.

Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine damga vuran bu kişinin adı:

Sultan Abdülaziz’in oğlu; son Halife Abdülmecid Efendi.

Bakmayın siz şimdi, çakma varaklı tahtlarda oturup, misafir ağarlayanlara. Aldırış etmeyin; çakma Osmanlı triplerinde, ellerinde dandik tespihler ile sağda solda iktidar havası atanlara!

Ne Osmanlı böyleydi, ne de bunlar Osmanlı! Osmanlıyız diyenlerin kat etmesi gereken çok fazla yol, yalamaları gereken çok fazla mürekkep var daha.

Bir yandan 20.yy’ın hemen başında, sanatın her dalı ile ilgilenip entelleektüel gelişimini tamamlamış olanlar; diğer tarafta 2015 yılında “Gerekirse Twitter’ı kapatırız” diyen sansüre susamış idareciler.

Bırakınız, sallamayınız, kaale dahi almayınız!

Bir Garip Ortadoğu Hikayesi

Sıradan bir Ortadoğu ülkesi için patlamaların sıradan hale geldiğini izlemiş iken, tüm bunların ülkemizde de yaşanıyor olduğunu görmek bahtsızlığını yaşıyoruz. Terörün her türlüsüne amansızca ve acımasızca şahit oluyoruz: patlayan bombalar, canlı bombalar, mayınlı tuzaklar, uzun namlulu silahlar ile yapılan saldırılar; toplumun hafızasını ve psikolojisini yerle bir ediyor. Yabancı istihbarat örgütlerinin oyun sahası haline gelmiş, sınırları yol geçen hanına dönmüş, mafia liderlerinin devlet korumasında mitingler düzenlediği, sağcısının, solcusuna; solcusunun, sağcısına rahmet dahi okumadığı bir ülke. İnsanların ölümlerine olan bakış açılarımızın Alevi ya da Sünni, Kürt ya da Türk olmamıza göre açılandığı bir devir.

Ne ara bu hale geldik demeyeceğim. Ülke, bu alarmı uzun zamandır veriyor ve uzun zamandır uyarılıyordu. Gizli ajandalarla yürüyen Çözüm Süreci’nin başarısız olması, eskiye dönüşü çok keskin ve kaçınılmaz kıldı. O dönemde, toplumun diğer kesimler ve muhalefet bilgilendirilmedi. Ortak akıl yerine, “biz biliriz” söylemi hakim kılındı. Şimdi, toparlayamıyor ve uçurumun kenarından süzülen bir ülkeyi, refleksif bir şekilde tutmaya çalışıyoruz. İçine çekildiğimiz ve içeriden de itildiğimiz Suriye bataklığı bizi eritirken; kendi içimizdeki kutuplaşmanın her gün daha kötüye gittiğini fark ediyoruz.

Ensesinden haince vurulan astsubayın, Roboski’nin, Suruç’un, Diyarbakır’ın, eşinin yanında öldürülen Binbaşı’nın katillerini bulabildiniz mi de Ankara’yı bulacaksınız? İstanbul’un göbeğinde; üstelik iktidara yakın, ünlü bir medya grubunun sahibine sıkılan 21 kurşunun sahiplerini mi bulabildiniz de Ahmet Hakan’a olan saldırıyı tüm çıplaklığıyla ortaya çıkartacağınıza inanacağız?

Yukarıda saydıklarımın katillerini ve kaynaklarını belki asla öğrenemeyeceğiz ama öncesinde belirttiğim, memleketin bu hale gelmesinden sorumlu olanlar, sorumsuz bir şekilde görevlerine devam etmekte ve her gün TV’lerde, gazetelerde, mitinglerde boy göstermekteler. Onların kim olduğunu gayet iyi biliyorsunuz.

Yazıyı Hz. Ömer’in bir sözüyle bitiriyorum:

"Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhi Ömer`den sorar onu!"

Twitter: altugbalcioglu